İlahi dinlerin en sonu İslamdır.
İslam Dinine “İSLAM” adı Allah tarafından verilmiştir. Kur’an-ı Kerimde bunu bildiren ayetler vardır. Bunlardan biri Maide suresinin 3. Ayetidir. Cenab-ı Hak bu ayette şöyle buyuruyor: “….bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam’ı seçtim”.
Al-i İmran Suresi 19. Ayette ise:” Allah nezdinde hak din İslam’dır…”
Ayrıca Kur’an-ı Kerimin pek çok ayetinde “İslam”, “Müslimin” ve “Esleme” kelimeleri geçer.
İslam kelime anlamı bakımından “İtaat etmek, boyun eğmek, kurtuluşa ermek, selamete kavuşmak” gibi anlamlara gelir.
Dini anlamda İslam, “Allah’a karşı tam ihlas ve iman üzere olmak” tir.
Daha geniş anlamda ise, “Peygamber Efendimizin tebliğ buyurduğu şeylerin hepsini kabul ederek onları yaşamak, sözleri ve davranışlarıyla kabul ettiğini göstermek, Allah’a ve Peygamberine itaat etmek, gönülden bağlanmak”tir.
Bu tanımlamalara göre İnsanlığın son dini olan İslam’ın amacı; “kişinin düşüncelerini ve kalbini ıslah ederek, duygu ve davranışlarını en güzele ulaştırmak, mü’mini dünya ve ahirette mutlu kılmak”tır.
İşte İslam Dini bunu sağlamak için önce insanın iç alemini, ruhsal yönünü huzurlu kılacak olan “İman Esaslarını “ bildirmiştir.
Mü’minlerin iyi ve güzel davranışlarda bulunması için de, “ Ameli hükümler” getirmiştir. Ayrıca davranışların güzelleşmesine, vicdanın gelişmesine ve terbiyesine dair de “ Ahlak Kuralları “ koymuştur.
Kısaca İslam, insanlığa yol ve yön gösterirken hükümlerini üç temel ilkeye oturtmuştur.
İslam, insanlığın son dini olduğu için hükümleri bütün insanlığa yöneliktir. Bu bakımdan İslam, Evrensel bir dindir.
İslam, inanç bakımından Tevhid, yani Allah’ın birliği esasına dayanır. Bu açıdan insanın ilk görevi, Allah’ın varlığına ve birliğine inanmak, Hz. Muhammed(s.a.v)in Allah’ın kulu ve Peygamberi olduğunu kabul etmektir.
Bir kimse, “Allahtan başka İlah yoktur, Hz. Muhammed(s.a.v) O’nun kulu ve elçisi(Peygamberi)dir” derse ve buna yürekten inanırsa o kişi MÜSLÜMAN’dır. Ayrıca herhangi bir törene ihtiyaç yoktur.
Müslüman; inancını, ibadetlerini sadece Allah için ve Allah’a karşı yapar. İslam’da ruhban sınıfı olmadığı için para ile günah çıkarma sistemi de yoktur.
İslam’ın yüceliğini iyi anlamak için onu, iyi incelemek gerekir. Zaten İslam’ı öğrenmek, İslam esaslarına göre herkesin üzerine borçtur.
İslam’a göre insanlar, insan hakları bakımından eşittirler. İnsanın Allah katındaki değeri, mevkii, güzelliği, zenginliği ve herhangi bir ırktan oluşundan ötürü değil, inancından, salih amelinden ve ahlakının güzelliğinden dolayıdır.
İslam’da sınıf ayrımı yoktur. Adalet her zaman ve her yerde tam olarak uygulanmalıdır. Zira Kur’an-ı Kerimde: “ Allah adalet ve ihsanı sever”, “Adalet ile hükmediniz”, “Adalet üzere şehadette bulununuz” anlamında emirler vardır.
İslam’da adalet, insanı Allah’a yaklaştıran takva yoludur.
İslam’ın bütün hükümlerinde; “yap” dediklerinde de, “yapma” dediklerinde de çok çeşitli hikmetler vardır.
Mesala İslam toplumunun huzurunu kaçıran içki, kumar, rüşvet, iltimas, ihtikar, tefecilik ve gayri meşru ilişkiler yasak kılınmıştır.
İnsanlararası ilişkileri bozan yalancılık, iftira, dedikodu, fuhuş zararlı davranışlardan kabul edilmiş ve yasaklanmıştır.
İslam’da cana kast etmek ve malı gasp etmek yoktur. Herkesin malı, canı ve namusu kutsaldır. Onlara el ve dil uzatılamaz.
İslam’da kardeşlik, ülfet ve dayanışma övülmüştür. İlim öğrenme, araştırma ve çalışma kesin olarak emredilmiştir. Buna karşılık tembellik, miskinlik ve cehalet yasaklanmış ve İslam’ın düşmanı olarak bildirilmiştir.
Kısaca İslam’da iyi, güzel ve faydalı olan herşey övülmüş, insana ve insanlığa zarar veren kötü şeyler de yerilmiş ve yasaklanmıştır.
Yine İslam’ın hükümleri iyi incelendiğinde görülür ki; İslam’ın dünyaya getirdiği en büyük yenilik, inanç ve düşünceye baskı yapılmamasıdır. Çünkü İslam’da hoşgörü ve ikna etme esastır. Zorlama ve baskı altına alma yoktur.
Buna rağmen kimileri İslam’ı saldırganlıkla itham ederler. Bu yanlış ve iftiradır. Bu, İslam’ın hükümlerini bilmemektir ve cehalettir.
Tarihte müslümanın hoşgörüsünü ve “aman” diyene kılıç kaldırılmadığını gösteren yüzlerce örnek vardır. Mesela Bizanslıların müslüman Elçilerini öldürmeleri üzerine çıkan Mute savaşına katılmak üzere harekete geçen İslam ordusu Komutanı Zeyd Bin Haris’e Hz. Muhammed(s.a.v) şu direktifi veriyor:
“Yüce Allah’ın adına sığınarak O’nun ve sizin düşmanlarınızla savaşın. Gideceğiniz yerlerde din adamları rahipler göreceksiniz. Onlara dokunmayın. Kadınları, çocukları ve körleri asla öldürmeyin. Evleri yakıp harap etmeyin. Ağaçları kesip tahrip etmeyin”.
Çünkü İslam’ın Kutsal kitabı Kur’an-ı Kerimde Yüce Allah:”Dinde zorlama yoktur”(Bakara suresi, ayet:56) buyurmuştur.
İslam; zulmü, işkenceyi ve zorla inanç kabul ettirmeyi yasaklamıştır.
Fatih Sultan Mehmed İstanbul’u aldığı zaman; herkesin malı, canı ve namusu güvence altındadır. Herkes düşünce, kanaat ve inanç özgürlüğüne sahiptir, diye ferman buyurmuştur. Fatih, bu sözleriyle İslam’ın hoşgörü anlayışını bütün cihana ilan etmiştir.
İslam’ın hoşgörüsüdür ki, ta Sevgili Peygamberimiz zamanından günümüze kadar nice Hırıstiyan ve Yahudi dinlerine mensup kişilerin Devlet kademelerinde memuriyet yapmalarını sağlamıştır.
Tarihin sayfalarına geçen şu örnek olay da İslam’ın hoşgörüsüne ne güzel bir örnektir:
Hz. Ömer, halifeliği döneminde Kudüsteki Mescid-i Aksayı müslümanlar ile hırıstiyanlar arasında taksim etmek suretiyle her iki din mensuplarının aynı çatı altında ibadet etmelerini temin etmişti.
Bir müddet sonra Suriye’de veba salgını çıkmış, Hz. Ömer de ordu komutanı Ebu Ubeyde’ye askeri geri çekmesini emir vermişti. Bunu duyan Hırıstiyanlar, başta papazları olmak üzere kiliselere dolarak müslümanların adalet ve insaf anlayışlarına hayran olduklarından ülkelerinde kalmaları için Tanrılarına dua etmişlerdi.
Eğer İslamiyet kılıç Dini veya zorla inanç kabul ettiren bir Din olsaydı; fetih edilen yerlerde hırıstiyan kalmazdı. Halbuki müslümanların egemenliğinde asırlar boyunca milyonlarca gayri müslim yaşadı.
Oysa papaların teşvik ettiği haçlı seferleri boyunca Anadoluda nice masum Müslüman Türk’ün canına kıyıldı. Kudüs’te 70 bin müslümanı kılıçtan geçiren haçlılar değil miydi?
Dünyanın döndüğünü söylemekten başka suçu olmayan büyük bilgin Galile’nin, dört yıl işkenceden sonra 1642 yılında öldürülmesine sebep olan yine hırıstiyan taassubu değil miydi?
Ortaçağ Avrupasında kanaat ve inanç değiştirmedikleri için Engizisyon mahkemelerinde öldürülen insan sayısı, kayıtlara göre 390.000 kişidir. Bunlardan 200.000 ‘i ateşte yakılarak öldürülmüştü.(Hz. Muhammed ve Hayatı,DİB Yayınları, S:238)
İslam tarihinde böyle bir vahşete asla rastlanmamıştır.
İslam’ın hoşgörüsü, adalete olan saygısı, emirlerinde ve yasaklarında insan ruhunu ve mantığını doyurması, onun kısa zamanda kıtalara yayılmasını sağlamıştır.
Bugün yeryüzünde yaşayan 4 kişiden biri müslümandır. Çünkü müslümanlık boş bir iddia değil, İlahi bir davadır.
İslam Dini, “ çeşitlilik içinde bütünlüğü, değişiklikler içinde sürekliliği ifade eder”(Ord. Prof. Dr. H.Ziya Ülker, İlahiyat Fak. Ders notları)
İslam Dini; haktan halka açılmış bir inanç ve güven kapısıdır.
İslam Dini, getirdiği hükümler ile aklı ve iradeyi takviye etmiş, iradeyi zayıflatacak, aklı bozacak hurafelere, safsatalara ve tüm sapık fikirlere inanmaktan insanoğlunu kurtarmıştır.
İslam’ın yüceliğini anlamak için onu sağlam kaynaklardan öğrenmek ve tanımak gerekir. Onu tebliğ eden Hz. Muhammed(s.a.v)in hayatını bilmek gerekir. Çünkü İslam Peygamberinin yaşayışında, ibretler ve insanı hayran bırakan örnekler vardır.
Oysa Hırıstiyanların ellerinde bulunan ve asılları bozularak tahrif edilmiş olan kutsal kitaplarında şöyle yazılıdır: “Ve Samuel Saula dedi: Şimdi git İsrail oğullarına düşman bir kavim var. Onların her şeylerini tamamen yok et ve onları esirgeme ve erkekten kadına, çocuktan emzikte olana, öküzden koyuna, deveden eşeğe kadar hepsini öldür”(Kitab-ı Mukaddes 1. Samuel B.15, A-3)
Acaba Kur’an-ı Kerim’in bir tek ayeti gösterilebilir mi ki böyle insanı, hatta hayvanları toptan imha etme emrini vermiş olsun… Böyle bir emir asla yoktur. Buna karşılık İslam’ın o engin hoşgörüsüsnü, bağışlayıcılığını simgeleyen pek çok belge vardır.
Peygamberimizin bizzat Necran Hırıstiyanlarına hitaben yazdığı şu mektup yüzlerce delilden sadece bir tanesidir:
“Peygamber Muhammed’den Keşiş Ebu’l Haris’e, Necran Keşişlerine, papazlarına ve onlara tabi olanlara, aynı zamanda onların rahiplerine…
Az veya çok olsun ellerinde bulunan herşey, kiliseleri, küçük kiliseleri ve manastırları kendilerine ait olacaktır. Allah’ın ve Resulü’nün himayesi onlaradır. Hiçbir keşiş dini mevkiinden, hiçbir rahip manastırından, hiçbir papaz vazife çevresinden uzaklaştırılmayacaktır. Alışık oldukları haklarında ve yetkilerinde hiçbir şeyde, örf ve adette değişiklik yapılmayacaktır. Onlar samimiyetle davrandıkça ve vazifelerine uygun şekilde hareket ettikçe Allah’ın ve Resulünün zimmeti onlar üzerine her zaman için temin edilmiştir. Ne onlar zulme maruz kalacaklar, ne de zulüm edeceklerdir”(Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, C.1,S.416)
Rahatlıkla diyebiliriz ki; İslam’ın ana prensiplerinden olan hoşgörü, inana saygı ve bağışlama şuuru, başka hiçbir dinde yoktur.
İslam’ın insana ve insan haklarına gösterdiği saygıyı anlamak için sadece Peygamberimizin Veda hutbesini objektif bir biçimde incelemek yeterlidir.
Peygamberimizin miladi 632 yılında söylediklerini; batı insanı, ancak 1789 Fransız İhtilalinden sonra duyabilmiş ve görebilmiştir.
Oysa İslam, insan haklarına saygıyı Fransız ihtilalinden 1.200 sene (12 asır) önce dünyaya ilan etmiştir.
Bu tarihi gerçeği inkar ederek İslam’a baskıcı demek, kılıç dini demek, ancak iftira ve düşmanlıktır.
Semavi dinlerin en sonuncusu ve en mükemmeli hiç kuskusuz İSLAM DİNİ’dir. Tarihi gerçek de budur. Bize düşen onu doğru olarak öğrenmek, yüceliğini kabullenmek ve vecibelerini yerine getirmek, hayatımızı İslam’a göre tezyin etmektir..
Zira Yüce Dinimizin kutsal kitabı Kur’an-ı Kerim, nazil olduğu ilk günkü gibi elimizdedir. Ne bozulmuş, ne de değiştirilmiştir. Bozulması veya değiştirilmesi asla mümkün değildir. Şairin biri şöyle diyor:
“Senkte muzmer olan ateşe âb etmez eser” Yani çakmak taşı uzun süre su içinde kalsa, çıkarılıp birbirine vurulduğu zaman yine kıvılcımlanır. Zaman onun tabiatını değiştiremez.
Bunun gibi Kur’an-ı Kerim de İlahi bir kitap olup aslı aynen günümüze kadar gelmiştir ve kıtamete kadar da özelliğini koruyacaktır. Asırlar onun özelliğini ve karakterini değiştiremeyecektir. Çünkü koruyucusu Allah’tır.