Sevgili Gençler!…
İlim ve teknik geçmiş yıllara göre çok gelişmiştir.
Hemen her gün yeni bir buluş, insanlığın hizmetine sunulmaktadır. Gelişmiş araç ve gereçlerle artık kıt’alar arası mesafeler yakınlaşmış, bilinmeyen diyarlara gidilir hale gelmiştir. Seyahat imkanları artmış, haberleşme hızlanmıştır.
Dünyanın herhangi bir yerinde meydana gelen olay, aynı gün televizyonlardan seyrediliyor… Hatta anında izleniyor… Çeşitli ülkelerin yaşayışları, inançları, gelenek ve görenekleri evimizden görülüyor… Bu gelişmelerin elbette pek çok yararının olduğu muhakkaktır.
Ancak bu durum, bazı insanların duygu, düşünce, tavır ve davranışları üzerinde değişiklikler meydana getirmeye başlamıştır. Hatta bu etkileme, bazı kesimlerde kendi örf, adet ve inançlarını zedelemeye de başlamıştır.
Bir toplumu teşkil eden, fertlerini birbirine bağlayan ve ortak bir inanç etrafında birleştiren faktörler sadece maddi değildir.
Fert ve toplum için manevi değerler ve manevi değerlere bağlılık da en az maddi güçler kadar gereklidir. Hatta toplum hayatının devamında manevi değerler maddi güçlerden de etkilidir.
Çünkü manevi değerler, bir toplumun öz benliğini teşkil eden temel yapı taşlarıdır. Temelden bu taşlar çıkarılırsa, o toplumun yıkımı kolaylaşır.
Tarihi olaylar gösteriyor ki bir toplumu veya bir milleti yıkmak isteyen düşman, hedef seçtiği toplumun özellikle moral gücünü tahrip etmek için faaliyetlerini bu yönde yoğunlaştırmaktadır.
Artık çağımızda çok iyi bilinmektedir ki bir milletin manevi değerleri yıkılmadıkça, ruhu zapt edilmedikçe ona zorla hakim olmak imkansız gibidir.
Buna göre gerek fert, gerekse toplum, varlığını sürdürebilmek için manevi değerler yönünden güçlü olmak zorundadır.
İnsanı kararlı ve inançlı kılan manevi güçlerin başında DİN DUYGUSU gelir.
İnsanlık tarihi göstermektedir ki din ile ferdin, din ile toplumun inkar edilemeyecek derecede yakın ilişkileri vardır. Zira din duygusu, en ilkel toplumlardan en medeni toplumlara kadar hepsinde mevcuttur.
İnsanın yeryüzünda var oluşundan bugüne kadar dinsiz bir devresine rastlanmamıştır.
İnsanoğlu kainat düzeni içinde hakim bir kuvvete inanmış, doğru veya yanlış kulluk görevini yerine getirebilmek için Yüce Varlık’a tapmıştır. Çünkü din, insan için bir ihtiyaçtır.
Din duygusu; insan ruhunda var olan bir özelliktir.
Bu duygu, insana yaratılışından gelmektedir.
Pek çok filozof ve bilgin; dinin insanın fıtratında var olan bir özellik olduğunda birleşmektedir.
Bunlardan Max Müller: “Din, insana muhtelif adlar ve değişen şekiller altında sonsuzluğu kavramak iktidarını veren zihnin bir istidadı, kudreti ve hassasıdır”.demiştir.
H. Spencer de dini: “İnsan zekasının üstüne çıkan her yerde hazır ve nazır bulunan bir Varlığa inanç” olarak tarif ediyor.
Bir başka düşünür:”Din, tabiatımızın ezeli bir vasfı ve ondan ayrılmayan bir özelliğidir” şeklinde görüş sergiliyor.
Bunlar gibi düşünen daha pek çok bilgine göre din duygusu, insanın yaratılışında var olan bir gerçektir.
Bu gerçek, insanın zihninde ve kalbinde yer alan ve İlahi feyz ile aydınlanmaya temayül gösteren yüce bir kuvvettir.
Kuralları Allah tarafından konulmuş, Peygamberler vasıtasıyla insanlara tebliğ edilerek öğretilen İlahi Dinlerin sonuncusu İSLAM DİNİ’dir.
İslam Dini, Allah’ın birliğine ve Hz. Muhammed(s.a.v)in son Peygamber olduğuna teslimiyet ve şehadettir.
Tek Allah inancına dayanan İslamiyete göre insan; yaratılmışlar içinde “ En mükerrem, saygı değer bir varlıktır. Yaratılmışların en şereflisidir”. Yüce Allah, bütün nimetleri istifade etsin diye insanın emrine amade kılmıştır.
Ancak insan, başıboş olarak bırakılmamıştır. Bir takım görevleri yerine getirmek üzere yükümlü kılınmıştır.
İslam Dini’ne göre insanın yükümlülüğü, önce Allah’a iman etmek, O’na hiçbir şeyi ortak koşmamak ve O’na karşı olan kulluk görevlerini yerşine getirmektir.
İslam İnanç sisteminde birinci şart İMAN’dır. Bu konu İslam Dini’nde önemli yer tutmaktadır.
İnsan, bir konu üzerinde ne kadar düşünürse düşünsün, bilgisi ne kadar artarsa artsın bir noktaya kadar varmakta, oradan öteye geçememektedir. İşte bu noktada insanın imdadına “İMAN” yetişmektedir.
İnsan, iman gücüyle madde ötesi alemi idrak edebilmekte; ruhunu huzura erdirmektedir.
İnsan, ancak imanı ile gönlünü aydınlabilmekte, coşkunluğunu iman ile kemale ulaştırmaktadır.
Mümin; ruhunun en tatlı ve en yüksek ifadesini inanmada bulur. İman; insanı kuşkulardan, kararsızlıklardan kurtarır. Tam teslimiyetle Allah’a bağlanan kalp huzur içindedir.
İnanmayan insan, kendini boşlukta hisseder. İnanmayan insan huzursuzdur. Bu geniş alem, onu sıkar. Tavır ve davranışı, duygu ve düşüncesi, onun kalbindeki doyumsuzluğunu yansıtır.
Milli Şairimiz Mhmet Akif bu konuda şöyle söylüyor:
“İMANDIR O CEVHER Kİ İLAHİ NE BÜYÜKTÜR,
İMANSIZ OLAN PASLI YÜREK SİNEDE YÜKTÜR”…
İman, insan için en büyük güç kaynağıdır. Bu kaynak ne kadar güçlü olursa insanın olaylara karşı direnci de o nisbette artar. Çünkü Allah, insanı parası, mevkii ve şöhreti ile değerlendirmez. İnsanın Allah katındaki değeri, taşıdığı imanı kadardır.
Nitekin Kur’an-ı Kerim’de: “Allah katında en değerliniz, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır” (Hucurat Suresi, Ayet:13) buyurulmaktadır.
Eğer insan, Allah’a tam bir teslimiyetle bağlanmışsa, Allah’ın inayetini benliğinde hissetmişse, gerçek huzura kavuşmuş demektir.
Milli ve dini birlik, toplumu oluşturan bireylerin aynı inanç ve düşüncede birleşmeleri ile mümkündür. İnançta ve diğer kutsal değerlerde birlik ortadan kalkarsa, dirlik de bozulur.
Sevgili Gençler!….
İnsanda; yaratılışın gereği hırs ve arzu vardır. Nitekim, Sopen Havr, :” Hayat, hırs ve arzudan ibarettir” (M. Şemsettin Günaltay, Tarih-i Edyan, S:39) demiştir.
Toplumsal yaşamda ferağat esastır. Çünkü karşılıklı güven ve sevginin kurulabilmesi için, insanın şahsi arzularına, hırslarına hakim olması gerekir.
İhtiraslarına sınır çizmeyen insanlar, bu aşırı arzularına bir zabıta ile frenlemeye muhtaçtırlar.
İşte o zabıta ancak DİN’dir.
Dini zabıta olmasaydı, insanlar arasındaki ahlaki ve hukuki displinlerin kurulması imkansız olurdu.
Mensubu olduğumuz İslam Dini’nin iman esasları, ibadet ve diğer emirleri dikkatle incelendiğinde, anlaşılır ki Yüce İslam Dinimiz, öncelikle insanı madeni ve olgun bir mü’min haline getirmeyi amaçlamıştır. Çünkü toplumal huzur ve ahenk ancak medeni, inançlı ve olgun insanlardanmeydana gelebilir.
İslam Dini de böyle olmamızı emretmektedir.
Bizim dinimiz parçalayıcı değil, birleştiricidir.
Kutsal Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: “(Ey Mü’minler!…) Hepiniz toptan Allah’ın ipine(Kur’ana, İslam Dinine ve Allah’a itaate) sımsıkı sarılın, parçalanıp ayrılmayın”(Al-i İmran Suresi, Ayet:103) buyuruyor.
Gerçekten de aynı imanı, aynı heyecanı duyarsak, daha güçlü oluruz.
Sevgili Gençler!…
Unutmayalım ki, dini inanç kaybolduğu gün, insan topluluklarının tefessüh ederek amansız ve akıbeti meçhul bir anarşiye sürükleneceğinden şüphe yoktur.
Din; gerek fertlerin, gerek ailenin ve gerekse toplumun mutluluğu için en gerekli sosyal bir kurumdur.