Gençlere Sesleniyorum-40 RUHUNUZU ARINDIRIN!

Sevgili Gençler!

Gerek İlahi, gerekse beşeri dinlerin hangisini incelersek inceleyelim, hepsinin bir iman, bir de ibadet ve ahlak yönleri bulunduğunu görürüz.

Kişi, önce kendini aşan yüce bir güce inanıyor, sonra da bu inancını söz ve hareketlerle açıklıyor.

İşte buna “İbadet” diyoruz!…

Ancak şurası da bir gerçektir ki; bilinçsiz ibadet insana hiçbir manevi kazanç sağlamaz.

Çünkü İnancın ve ibadetlerin insan hayatı ve ahlakı üzerinde çok büyük etkisi vardır.

Allah’a iman, her şeyden önce insana kendini tanıtır.

Nereden geldiğini, nasıl geldiğini, niçin geldiğini, ve nereye gideceğini öğreterek kişiyi bunalımdan ve ruhi sıkıntılardan kurtarır.

Her türlü hayır, hak ve fazilet, iyilik ve güzellik duyguları İnsanda Allah’a imanla gelişir ve kuvvet bulur.

Ayrıca inançla insan, kendine bir gaye edinir, hayatına yön verir, hak ve adalet duygularıyla sorumluluk fikrini kazanarak ideal çizgiye ulaşır.

Allah’a imanla ümitler yenilenir, acılar hafifler, zorluklar karşısında sabırla mücadele yeteneği kazanır.

Bu inancın bir sonucu olarak, Yüce Yaratıcı’ya ibadet ise, insanlara daha da ayrı meziyetler kazandırır.

İslam Dini’ne göre ibadet, yalnız Allah’a yapılır.

Allah’tan başkasına ibadet veya ibadet kastıyla tazim şirktir, küfürdür, inkardır.
Bu konuda Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:

“Rabbiniz, yalnız kendisine tapınmanızı (ibadet etmenizi) emretti.”( İsra Suresi, Ayet:23)

“Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet edin ki; böylece O’na karşı gelmekten korunmuş olasınız”(Bakara Suresi, Ayet:21)

Sevgili Gençler!

Zaman hızla akıp gidiyor. Akıp giden zamanı durdurmak mümkün değil.
Zamanı iyi değerlendirmek gerekir.

Akıp giden zaman, karşımıza bazı fırsatlar çıkarır veya bazı olaylar getirir.

Fırsat veya olaylar karşısında; bir kimsenin üzerine düşeni tam zamanında yapması, fırsatı kaçırmadan değerlendirmesi veya sorunu tam zamanında tedbir alarak en iyi şekilde çözümlemesi gerekir.

Bu uygulama, bir ilim olduğu kadar bir sanattır. Kısacası “Yaşama Sanatı”dır.
Namaz, bu ilme ve bu sanata alışkanlıkları kazandırması bakımından önemli bir “Eğitim” dir.

Vaktinde namaz kılmayı başaran ve böylece tecrübe kazanan kişi, hayatın diğer olayları karşısında da zamanlamada kusur etmez ve başarılı olur.

Namaz, insanlığa her işin en verimli olabileceği zamanda yapılması prensibini getirmiştir.

Hayat boyu namaz kılan ve bu namazları tam vaktinde planlamayı başaran Müslüman, doğal olarak namaz aralarındaki zaman dilimlerini ve bu zaman dilimleri içerisinde yapacağı işleri de planlamış olacaktır.

Bu ise, hem dünya hem de ahrete ait bütün işlerin planlaması neticesini doğurur.

Bu açıdan baktığımızda; topluma yaygın en mükemmel planlama fikri ve uygulaması İslam’dadır. Bunun hayata geçirilmesinde namaz ilk sırada gelmektedir.

Cenab-ı Hak, şöyle buyuruyor:

“…namazı dosdoğru kılın; çünkü namaz mü’minler üzerine vakitleri belli bir farzdır.” (Nisa Suresi, Ayet:103)

Namazdaki hareketli ve hareketsiz şekiller, basit birer fiziki hareket değildir. Bu hareketler, Allah’ın emri ve tasvibi ile belirlendiği için önemi çok büyüktür.

Mana ve mahiyeti şekil itibariyle beşeri ve fiziki görünse de mirac’a ve Allah’a yaklaşmamıza vasıta olması bakımından ulvidir, mukaddestir. Paha biçilemeyecek kadar azameti ve değeri vardır.

“Namazı tam kılın, zekâtı hakkıyla verin. Rükû edenlerle beraber rükû edin.” (Bakara Suresi, Ayet:43)

Namazdaki şekil ve hareketlere değerini kazandıran halis niyettir.

Halis niyet olmayınca, namaz gerçekten basit bir vücut hareketi derecesine düşer.

Yine de şekil deyip geçmemek lazım.

Her insanın vücut yapısı ve şekli ana hatlarıyla ve anatomisiyle birbirinin benzeridir.

Fiziki bakımdan aynı şekil ve yapı içerisinde olmasına rağmen Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v) ile Ebu Cehil arasındaki sonsuz fark, muhtevadan kaynaklanmaktadır.

Bu bakımdan, namazda da şekil aynı olmakla beraber, onun manasında basit bir jimnastik hareketinden âlemleri ve galaksileri, zamanları ve mekânları aşan mîrac mertebesine kadar varan dereceler gizlidir. İşte bu farkları meydana getiren muhtevadır.

Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerimde şöyle buyuruyor:

“İman edip iyi işler yapan, namaz kılan ve zekât verenler var ya, onların mükâfatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur, onlar üzüntü de çekmezler.” (Bakara Suresi, Ayet: 277)

Bir gün Resulullah (s.a.v) Ashab-ı Kiram’a şöyle sormuştu:

Sizden birinizin evinin önünden bir nehir (akarsu) geçse ve o kişi günde beş defa o sudan yıkansa; üzerinde (vücudunun) kirinden, pasından bir şey kalır mı? Ne dersiniz?

Orada bulunanlar, “Hayır, kirden ve pastan bir şey kalmaz’, dediler.

Bunun üzerine Resulullah (s.a.v):

“İşte bu beş vakit namazın misalidir. Allah bu namazlarla günahları yıkar, arıtır, buyurdu.( Sahih-i Buhari, C.1, S.134)

Namazın huzur içinde kılınabilmesi için, öncelikle namazda okunan tekbir, tesbih, dua ve Ayet-i Kerimelerin anlamlarının bilinmesi gerekir.

Allah’ın huzurunda duran ve O’nunla konuşmaya niyet eden bir mü’minin huzurda söyleyeceği sözlerin anlamından gafil olması, çok büyük bir eksikliktir.

Bu eksikliği ortadan kaldırmak, kaçınılmaz bir kulluk görevidir.

Belki anlamları öğrenilinceye kadar normal karşılanabilir.

Gerçi namaz, manaları bilinmese de sahih olur.

Cemaatle kılınan namazda safların sık tutulması, nasıl ki araya şeytanın girmesine imkân bırakmıyorsa, tek olarak kılınan namazda da okunan tekbir, tesbih, dua ve Ayet-i Kerimelerin manalarının bilinmesi ve bu manaların birbirini sıkı sıkıya takip etmesi, araya namaz dışı düşünce ve hislerin girmesine imkân bırakmaz.

Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerimde şöyle buyuruyor:

“(Resulüm!) Sana vahyedilen Kitab’ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı zikretmek elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.” (Ankebut Suresi, Ayet: 45)

Peygamberimiz (s.a.v) bir Hadis-i Şeriflerinde bize namaz vakitlerini şöyle haber vermiştir:

“Sabah namazının vakti; güneşin ilk ışıkları doğmadan önceki zamandır.

Öğle namazının vakti; güneş semanın tam ortasından( tepe noktasından)batıya meylettiği zaman olup ikindinin vakti girinceye kadar devam eder.

İkindi namazının vakti; güneş sararıp ilk ışığı düşünceye kadardır.

Akşam namazının vakti; güneş battıktan( batı ufkunda) şafak kayboluncaya kadardır.

Yatsı namazının vakti ise, gece yarısına kadardır” (Sahih-i Müslim, C.1, Kitabü’l Salat, bab: 31, S. 427-428)

Namaz ibadeti sayesinde mü’min, her türlü fenalıktan uzaklaşarak manevi olgunluğa kavuşur ve Allah’a yaklaşır.

Kıyamet gününde herkesin “Nefsi, nefsi” diye çırpınmaya başladığı, sıkıntı, korku ve endişeler içinde feryad-ü figan ettiği bir zamanda Arşın gölgesinde gölgelenir.

Namaz ibadeti ile mü’min, Allah’ın rızasına ve Peygamberimiz (s.a.v) Efendimizin şefaatine nail olur ve Cennete girmeye hak kazanır.

Yine namaz sayesinde mü’min, ulvi hasletlere nail olarak kötü işlerden, fena düşüncelerden, boş lakırdılardan, dedi-kodu, gıybet, bühtan, iftira gibi çirkin söz ve hareketlerden kendini muhafaza eder.

Namaz kılan mü’minin alnında secdenin nuru parlamaya başlar. Toplum içinde görüldüğünde; namaz kıldığı, Allah’ın huzurunda secdelere vardığı açık ve net olarak belli olur.

Gerçek mü’min ve muttakiler, namazlarını muntazam olarak vaktinde kılarlar.

Kesinlikle ihmal etmezler. Onları hiçbir şey namaz ibadetinden alıkoyamaz.

Çünkü onlar, kesinlikle bilirler ki, “Kulun Allah’a en yakın olduğu an, secde anıdır”.

İşte bu yakınlık ile namaz, mü’minin miracı olmuştur.

Peygamberimiz (s.a.v) Efendimizin mübarek miraç seyahatlerinden dönünce biz mü’minlere getirdikleri en büyük ve en güzel hediyelerden biri de,”Gözümün Nuru” diye ifade buyurdukları beş vakit namazdır.

Bir Hadis-i Şeriflerinde Sevgili Peygamberimiz(s.a.v) şöyle buyuruyor:

“Bizimle kafirler arasındaki ayırıcı fark ( İlahi bir taahhüt olan) namazdır. Her kim onu (bile bile) kılmazsa küfretmiş olur”(et- Tac, C.1, S.140)

“Namazı olmayanın dini yoktur. Dinde namaz, vücutta baş gibidir”.(Camiu’s- Sağir, Harfu Lam Elif)

Başsız vücut düşünülemez.

Başı vücudundan ayrılmış bir insan yaşayabilir mi? İmkansız!. Namazsız da İslam Dini olmaz.

Bir insanın müslüman olduğu, onun namaz kılmasıyla, camiye giderek cemaatin arasına karışmasıyla anlaşılır. Namazı terk eden bir insan, manen ölür.

Ben müslümanım deyip namaz kılmayan, camiyi seyredip içeri girmeyen, Allah’ın sonsuz nimetlerinden faydalandığı halde şükretmeyenler günahkardır.

Müezzinin günde beş defa ezan sesini duyduğu halde icabet etmeyen, haftada bir defa Cuma namazı gelip geçtiği halde ruhu bile duymayan, her geçen gün musalla taşına konan cenazeleri gördüğü halde ibret almayanlar cehennemin o korkunç ateşinde bir odun misali yanmaya hazırlansınlar.

Sevgili Gençler!

Üzerimize farz kılnan ve İlahi bir taahhüt olan beş vakit namazlarımızı vaktinde ve muntazam olarak kılalım.

Namaz kılarak; kalbimizi zararlı düşüncelerin karargahı, çarpık ve sapık fikirlerin barınağı, Allah ve Resulünün hoş görmediği, sevmediği şeylerin sığınağı olmaktan kurtaralım.

Ellerimizi Allah’ın haram kıldığı işlerin aleti, ayaklarımızı İslam’ın yasakladığı güçlerin birer vasıtası, gözlerimizi harama açılan birer günah penceresi, kulaklarımızı müslümana yakışmayan ve müslümanı günaha sürükleyen, İslam’ın yasakladığı sesleri toplayan bir dinleme cihazı olmaktan kurtaralım.

Hakkını vererek kıldığımız namaz, bizi mutlaka kötülüklerden alıkoyar ve ruhumuzu arındırarak ulvileştirir.

Sevgili Gençler!

Kalp temizliği, ruh sadeliği, gönül hoşnutluğu ve iki cihan saadeti ancak namaz ile mümkündür.

&s tarafından.|2023-12-06T21:47:49+00:00Aralık 6th, 2023|Makaleler|Yorum yok

Siz de fikrinizi belirtin

Go to Top