Sevgili Gençler!
Bir gün, İstanbul-Bakırköy ilçesinin meşhur Özgürlük Meydanı’ndan geçiyordum. Meydan cıvıl cıvıldı. Sanki insan seli. Yüzlerce insan hareket halindeydi.
Kimi insan, evine yetişebilmek için otobüs, minibüs kuyruğuna koşuyor…
Kimileri, hızla gelmekte olan banliyö trenine yetişebilmek için istasyona inen merdivenleri ikişer-üçer atlayıveriyor.
Bir kadın, çocuğunun elinden tutmuş, çekiştirerek yürümeye çalışıyor…
Gözleri görmeyen bir ihtiyar, elindeki bastonu bir sağa, bir sola sallayarak yol almaya uğraşıyor…
Saatine baka baka hızla ilerleyenler…
Randevusuna geç kaldığı için insanları ite-kaka burnundan soluyarak koşar adım gidenler…
Üstüne üstlük bir de okulların çıkış saati.
Özgürlük Meydanı öğrencilerin de akınına uğruyor.
İşportacıların yükselen sesleri, öğrencilerin taşkınlıkları, işçi ve memurların koşuşturmaları, yol boyu sıralanmış dilencilerin yalvarışları, zamanla yarışan insanların farklı görüntüleri, her kültür seviyesinden insanın yaşam tarzları.
Özgürlük Meydanı, sahile doğru oldukça farklı görüntülere sahne oluyor…
Zamanla yarışanlar, yalnızca Özgürlük Meydanı’nı dolduran insanlar mı? Tabii ki hayır!
İstikbâl için çırpınan öğrenciler, topluma faydalı insanlar yetiştiren öğretmenler, ülke ekonomisine katkıda bulunabilmek için çırpınan işadamları, ekonomistler, esnaf ve sanatkarlar, insan sağlığıyla ilgilenen doktorlar ve sağlık görevlileri, üniversite öğretim üyeleri, hukukçular, sanatçılar, işçi ve memurlar, ev hanımları… bir haber uğruna bazen hayati tehlikelere göğüs geren gazeteciler, medya mensupları…
Öyle zannediyorum ki, zamanla yarışan bu insanlar, hayatın akışına kapılmış giderken çevresini saran tehlikelerden oldukça habersiz…
Neden mi?
Çünkü, kıskançlık ve çekememezlik duygularının beyin denizinde fırtınalar kopararak korkunç dalgalara sebep olduğu ve bunun bir sonucu olarak da gözlerden çıkan ve adeta elektrik akımını andıran elektromanyetik ışınlar, hedefi üzerinde büyük tahribata neden oluyor.
Sevgili Gençler!
Beyindeki düşünce sisteminden kaynaklandığı bilinen bu ışınlar, yalnız insanlar üzerinde değil, diğer canlılar hatta cansız varlıklar üzerinde de etkilerini hemen gösterebiliyor.
Düşüncenin enerjiye dönüşümünde iki önemli kaynak vardır.
Bunlardan birincisi, insanın çevresinde olup bitenleri anlaması ve nasıl davranması gerektiğini düşünmesi için hareketlerin ve duyguların idare merkezi olan “Beyin”dir.
İkincisi ise, beş duyu organından biri belki de en önemlisi olan, günde birkaç bin defa açılıp kapanan, binlerce defa gerilime geçen ve her defasında beyne mesajlar yollayan kişinin, dünyaya açılan penceresi, her türlü iyi ve kötü düşüncenin çıkış noktası kabul edilen, “Gözler”dir.
Duyu organlarımız aracılığıyla aldığımız bütün duyumlar, beynimize gider. Beyin kabuğunun çeşitli bölümleri, duyu organlarımızdan gelen etkilerle meşguldür.
Gözlerimizin ne gördüğünü, burnumuzun hangi kokuyu aldığını, kulağımızın neler duyduğunu, dilimizin neler tattığını, derimizin neler hissettiğini hep beynimizle anlarız.
Beynimizin çalışmasındaki en büyük sır; sayıları 100 milyar civarında olan “Beyin Hücrelerî”dir. Beynimizdeki sinir hücreleri, kendi aralarında devamlı temas halindedir.
Bir sinir hücresinin “aksan” denilen uzantısıyla, diğerinin “tendrit” denilen uzantısı adeta kafa kafaya verip konuşurlar. Böylece enerji akımları, görevini yerine getirip yoluna devam eder.
Kısacası, beynimizdeki sinir hücreleri, saniyenin milyonda biri kadar kısa bir sürede birbirlerine elektrik akımı geçirirler.
Beynimizdeki sinir hücreleri, arapsaçı gibi dolaşık incecik bağlarla birleşmiştir. Sayıları milyarlarla ifade edilen bu bağlar, beynimizin pek çok temel görevini sağlar. Vücudumuzun zindeliğini ve uyku ihtiyacını düzenler.
Düşüncenin enerjiye dönüşümünde en büyük etken olan beynin, canlılığını sürdürebilmesi için, oksijene büyük ihtiyacı vardır. Beyin, dinlenme halindeyken bile pek çok oksijen kullanır.
İnsan beyninin bütün vücut ağırlığının sadece % 2’si kadar olduğu halde, bütün vücutta kullanılan enerjinin % 25’i beyne gider.
Normal koşullarda, beynimize bir dakikada giden oksijen miktarı 950 cm3 kadardır.
Sevgili Gençler!
Beynin, çok kısa bir zaman için bile olsa, oksijenden yoksun kalması; insanın kendinden geçmesine, beynin büyük zararlara uğramasına neden olur.
İşte bunun içindir ki beyin, bir atardamar yerine dört atardamar ile beslenir. Bu atardamarların bir tanesi bile gerektiğinde beynin bütün ihtiyacını karşılayabilecek durumdadır.
Aynı şekilde beyindeki toplardamarlar da ihtiyaçtan çok fazladır. Bunların da bir kısmı zarar görse bile, geri kalanlar beyindeki dolaşımı sağlamaya yeterlidir.
Beynin çalışma temposu, elektrik sayesinde incelenmiştir.
Beyin kabuğunda, adetâ bütün vücudumuzun haritası diyebileceğimiz bir şekillenme vardır. Vücudumuzun herhangi bir yerine dokunulduğunda, beynimizin orayla ilgili noktasında aynı anda bir elektriklenme meydana gelir.
Sinir tellerinden elektrik gücü’nün geçebileceğini ilk bulan, İtalyan Hekimlerden Luigi Galvani’dir.
Galvani, kaplumbağalar üzerinde yapmış olduğu çeşitli deneyimler sonucu, bu kanıya varmıştır.
Bu arada, elektriğin sinirleri harekete geçiren mükemmel bir aracı olduğu da ortaya çıkmıştır.
Gerçekten sinir sisteminde dolaşan işaretler de temelleri bakımından elektriktir.
Bütün vücudumuzu dolaşan sinir tellerini telefon hatlarına benzetecek olursak; beynimizin de muazzam bir telefon santrali olduğunu söyleyebiliriz.
Beyin, vücudumuzda bulunan bütün sinirleri son derece çapraşık ama aynı derecede de düzenli bir sistem sayesinde birbiriyle temasa geçirir.
Beyinde bu işi yapan bir milyonu aşkın kanal bulunmaktadır. Bunların arasında da onbinlerce birleşme noktası vardır.
Sevgili Gençler!
İşte bu son derece karmaşık gibi görünen şebekede, insan aklının alamayacağı kadar büyük bir haberleşme, komut alıp verme faaliyeti devam eder gider.
Beyne gelen haberlerin cinsi, bu haberi taşıyan sinirlerin özellikleri ile alakalıdır.
Yapılan son deneyler, beynin sürekli olarak elektromanyetik dalgalar yaydığını ortaya çıkarmıştır.
Beynin düzenli aralıklarla etrafına yaydığı bu elektromanyetik dalgalar, kafatasına tutturulan elektrotlar sayesinde tespit edilebilmiştir.
Beyin dalgaları, saniyede 10 defa titreşir. Bunlar, beynin göz ile ilgili olan arka kesiminde daha belirgindir.
Gözün kapalı olduğu ve insanın düşünce âlemine daldığı bir zamanda bu dalgalar daha da düzenli bir hâle gelmektedir.
Beyinden etrafa yayılan elektromanyetik dalgalar, insana ve yapılan işe göre değişir.
Beyin dinlenme halindeyken, “alfa ışınları”; çalışmaya başladığı zaman da, “beta ışınları” yayar.
Bunların titreşimi, saniyede 25 defadır.
Bedenimizin fonksiyonlarının otomatik olarak yürümesini sağlayan “Bilinçaltı”dır.
Sevgili Gençler!
İster uyuyor olalım, ister uyanık, irade dışı hayat devam eder gider.
Kulağımıza duymasını, gözümüze görmesini, ağzımıza tatmasını, kalbimize atmasını, midemize yemekleri sindirmesini, kanımıza damarlarda dolaşmasını söylemek durumunda olsaydık yaşamak ne kadar zor olurdu değil mi?
Allah, her şeyi en güzel bir şekilde bizim için yaratmıştır.