Sevgili Gençler!…
Batıl, sözlükte, “aslı olmayan, boş şey, yanlış, bir değer taşımayan, gerçek olmayan şey” demektir.
Aydınlığın olduğu yerde karanlık, ilmin olduğu yerde cehalet, adaletin olduğu yerde zulüm barınamadığı gibi Hakkın olduğu yerde de batıl barınamaz, tutunamaz. Yok olup gider. Yok olmaya da mahkumdur.
Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:
“Hak geldi, batıl zail oldu. Şüphesiz batıl, zeval bulmaya (yok olmaya) mahkûmdur.” (İsra Suresi, Ayet: 81)
İslam Dini, İlahi nuruyla kâinatı aydınlatınca her türlü batıl inanışları, cahiliye adet ve gelenekleri, çarpık fikirleri reddetmiştir.
İslam güneşinin doğuşundan önce, insanlar, küfrün verdiği bir sancı içinde kıvranıyordu.
Batıl inanış ve hurafelerden kaynaklanan bir sarhoşlukla nasıl hareket ettiklerini bilemez duruma gelmişlerdi.
Onları bu perişanlıktan, bu huzursuzluktan kurtaran İslam’dır. İnsanlar, ancak İslam sayesinde cahiliye adet, gelenek ve inançlarından kurtulabilmiş ve insanca yaşamanın yollarını elde etmişlerdir. Ancak zamanla imanda zafiyet, amelde ihmallik ve ahlakta sukut baş göstermiştir.
Bugün ise, zamanla yaşanan irtifanın acı neticeleriyle karşı karşıya gelmiş bulunuyoruz.
Bazı cahiliye adet ve gelenekleri İslam toplumunda yayılmaya başlamıştır. Bu tür fitnelere engel olunmadığı için zamanla manevi yapıda tahribata neden olmuştur.
Bugün her fırsatta Müslüman olduklarını ifade eden birçok ailelerin bilerek veya bilmeyerek bu tür cahiliye adet ve geleneklerini yaşamaları, batıl ve hurafelere inanmaları, türbelerin yanında bulunan ağaçlara ip veya bez bağlamaları, Allah’ın Veli kullarının kabirleri başında mum yakmaları gerçekten müessif bir durumdur.
Cuma gün ve geceleri ev süpürmenin, temizlik yapmanın, çamaşır yıkamanın günah olduğu inancı nereden gelmiştir?
Kuşların sağa veya sola doğru uçuşlarından hayır veya şer şeklinde yorumlayıp ona göre hareket etme prensibi nereden kaynaklanmıştır? Evet, dahası var… Kahve telvesi ile fal bakmak, ellerdeki çizgilerden istikbale yönelik bir takım hükümler çıkarmak, yüzük falı ve ayaklardaki
çizgilere bazı anlamlar vererek ulu orta konuşmalar… gelecekten haber verme, kehanette bulunma inançları kimler veya hangi zihniyet tarafından aramıza sokulmuştur?
Suya bakıp insanların mukadderatıyla ilgili bilgiler vermek, burçlara bakarak insanın geleceği hakkında bir takım sözler söylemek, yıldızlardan hükümler çıkarmak, yıldızname kitaplarından medet ummak gibi İslam Dini ile yakından ve uzaktan ilgisi olmayan, aksine Yüce Dinimizin kesinlikle yasakladığı bu işler nasıl sızdırılmıştır inanan insanların arasına? Ve nasıl enjekte edilmiştir onların fikir ve düşünce yapılarına?
Daha da kötüsü… Evlenecek gençlerin, evlenmeden önce birbirlerinin burçlarını sormaları, aynı burçtan oldukları takdirde evlenmeleri, aksi halde vazgeçmeleri, arkadaşlıkların ve dostlukların devamında bile burçların sorulması ve ona göre hareket edilmesi fikri nereden destek görmekte, hangi fitne ve fesat yuvası tarafından tahrik edilmektedir?
Güvercin kuşunun dama konmasını “uğurluluk”, karganın konup ötmesini da “uğursuzluk” saymak kimin ya da kimlerin icadıdır?
Bunların büyük bir bölümünün cahiliye adetlerinden olduğu inkâr edilemez bir gerçektir. Bir kısmı da gayri Müslimlerin adet ve gelenekleridir. Fitne ve fesat kaynağıdır.
Zihinlerdeki saf ve temiz düşünceleri idlal eden, kalplerde parıldayan iman nurunu gölgeleyen, kulakları tıkayan, gözleri kör eden, ayakları sakat, bedenleri hasta eden hep bu batıl ve hurafe adetlerdir.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) bu konuda şöyle buyuruyor: “Kuşun ötmesinden, uçmasından (yola çıkarak) uğursuzluk kabul etmek, ufak taşlarla (nohut ve baklalarla) fal açmak, kum üzerine hatlar çizmek, bunlardan geleceğe dair hükümler çıkarmak, sihir ve kehanet nevindendir. (Sihir ve Kehanet ise, İslam Dini’nde haramdır.)” (Riyazu’s Salihin, C.3, S.219)
“Her kim arrafe (kaybolan bir şeyin yerini haber veren falcıya) gelip ondan bir şey sorar da ona inanırsa, o kimsenin 40 gün namazı kabul olmaz.” (Riyazu’s Salihin, C.3, S. 219)
Birey veya toplum olarak maneviyatımızı İslam’ın emirleriyle yükseltmeye, aklımızı İslami ve İslam’a uygun olan müspet ilimlerle güçlendirmeye, becerilerimizi de her gün daha iyi ve verimli alana götürmeye mecburuz.
Bugünümüzü dünden, yarınımızı bugünden daha iyiye ulaştırmak hepimizin görevidir.
Batıl inanışlara ve hurafelere karşı; sabırla, bıkmadan, usanmadan, korkmadan İslami ilimlerle karşı koymalı, engel olmalı, aramızdan söküp atmalıyız.
Sevgili Gençler!…
Allah’ın, “İslam” adını verdiği ve din zincirinin son halkası olması sebebiyle bu isim, sadece bu zincirin tahrif edilmemiş ve kemal (olgunluğun zirve) noktasına erişmiş olan bu emir ve yasaklar manzumesine has (özgü) kılınmıştır.
Böylece inanç, ahlak, ibadet, muamelat, ahkâm, kısacası Kur’an’daki
bütün hükümler ve bu hükümlerin Allah Resulü(s.a.v) tarafından açıklamaları, İslam Dini’ni (Müslümanlığı) teşkil eder.
Bu Dinin ne olduğunu dinleyenlerin duyup öğrenmeleri için bir bedevi kıyafetinde gelen ve kendisine İslam’dan haber vermesini isteyen Cebrail (a.s) e, Hz. Muhammed (s.a.v), “İslam, Allah’tan başka İlah olmadığına ve Muhammed’in de Allah’ın kulu ve Resulü olduğuna şahadet getirmen, namazı kılman, zekâtı vermen, Ramazan’da oruç tutman, imkân bulduğunda Hac etmendir.” (Müslim, İman-1) şeklinde cevap vermiştir.
Bir diğer Hadis-i Şerif ’te de İslam’ın beş temel üzerine kurulduğu ifade edilmiştir.
İslam’ın ilk şartı, “Allah’tan başka İlah olmadığına ve Hz. Muhammed (s.a.v) in Allah’ın kulu ve Resulü olduğuna inanmak”tır. Kişi bu inancı, dili ile ifade etse Müslüman kimliğine bürünür. Ancak imandaki samimiyetinin ne derece olduğunu Allah bilir.
İslam Dini, kendini diğer dinlerden ve hayat düzenlerinden ayıran bazı özelliklere sahiptir. Her şeyden önce o, nereden geldik, niçin yaratıldık ve nereye gideceğiz? Sorularına cevap veren, beşeri tahrifattan korunmuş, kaynağı Rahmani olan tek “İlahi Din”dir.
İslam’ın İlahi bir din oluşunun en somut örneği ise, bu dinin kitabı olan Kur’an-ı Kerim’in 15 asırdan beri hiçbir değişikliğe uğramamış olmasıdır. İslam’ın belli bir topluluk, belli bir millet için değil, bütün insanlık için gelmiş olması ve zaman kaydından uzak bulunması (belli bir süre için gelmeyip dünyada tek insan kalıncaya kadar hükümlerinin baki olması) ona tek evrensel din olma özelliğini kazandırmıştır.
İslam’ın hükümleri, her zaman ve her mekândaki insanın ihtiyaçlarına cevap verecek niteliktedir.
Yeryüzünde yaşayan herhangi bir insan, hür iradesiyle İslam’ı seçebilir. Bunun için hiçbir aracıya, törene ve resmi işlemlere gerek yoktur.
Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:
“Kim, İslam’dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahrette ziyan edenlerden olacaktır.” (Al-i İmran Suresi, Ayet: 85)
“Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun kalbini İslam’a açar; kimi de saptırmak isterse göğe çıkıyormuş gibi kalbini iyice daraltır. Allah, inanmayanların üstüne işte böyle murdarlık verir.” “Bu (din), Rabbinin dosdoğru yoludur. Biz, öğüt alacak bir kavim için ayetleri ayrıntılı olarak açıkladık.” (En’am Suresi, Ayet: 125-126)
İlk Peygamber Hz. Âdem (a.s) den itibaren tekâmül edegelen ve son Peygamber Hz. Muhammed(s.a.v)de bütün olgunluğuyla karar kılan Tevhid Dini İslam, dün olduğu gibi, bugün de yarın da insanlığın kurtuluşu için tek sığınaktır.
Sevgili Gençler!…
İslam’a sığınmayanın kurtuluş ümidi yoktur. İslam’dan başka kurtuluş aramak; cehalettir, sapıklıktır, ahmaklıktır, bedbahtlıktır.