Gençlere Sesleniyorum-26 SÖZÜNÜZDE DURUN!

Sevgili Gençler!

İnsan, ruhi ve akli yönden sağlam olduğu müddetçe İlahi emir ve yasaklara muhataptır. Akıllı olduğu için kendisine bir sorumluluk yüklenmiştir. Aklı olmayanın dini de yoktur, yükümlülüğü de…

Çünkü akıl; iyiyi kötüden, güzeli çirkinden, doğruyu eğriden, faydalıyı zararlıdan ayırdetme melekesidir.
Allah’ın insana lütfettiği nimetlerin en önemlisidir.

Akıl, kendisini iyi kullanmasını bilen insanı, en doğru yola iletir.
Akıl, bazen “Hakim”, bazen de “Hekim” olur.
Akıl insanı; iyi, güzel ve doğru olan şeyleri yapmaya teşvik eder. Bu hem maddi açıdan, hem de manevi açıdan böyledir.
Dünyevi işlerde de böyledir, uhrevi işlerde de…

Sevgili Gençler!

Akıl, sahibinin yaşam tarzına ışık tutar.
Ancak o da bir mürşide muhtaçtır. Kendi başına bırakıldığı zaman yanılma, şaşırma ve dalalete düşme ihtimali vardır.

Geçmişte ve içinde yaşadığımız zamanda yolunu şaşıran kimseler, düştükleri feci sonlara akılsız oldukları için düşmemişlerdir. Akılları da, bilgileri de vardı.

Ancak insanlara doğru yolu göstermek, rehberlik etmek, İlahi emir ve yasakları öğretmek için Allah tarafından seçilip görevlendirilen Peygamberleri ve onların varisi olan ilim sahiplerni (alimleri) dinlemedikleri, İlahi Dinin hükümlerine kayıtsız kaldıkları için akılları, “yol gösteren bir rehber” olmaktan yoksun kalmıştır.

Böyle hareket eden kimsenin aklı, mideden başlayıp aşağıya doğru inen arzuların ve heveslerin peşine takılmış olduğu için dumura uğrar. Hakkı, hakikati ve doğru sözü anlamaz. Daha doğrusu anlayamaz ve yükselme istidadı da gösteremez!…

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyuruyor:

“Kişinin iyiliği dinidir,
İnsanlığı aklıdır,
Şerefi (ise,güzel) ahlakı” dır. (Sünen-i Ebu Davud, C.1, S,42).

Yani bir insanın iyi olup olmadığı Dinine (İslam Dinine) bağlılığı, İlahi emir ve yasaklara riayet etmesi, manevi değerlere önem ve değer vermesiyle anlaşılır.

Bir kişinin insan olduğu ise aklı ile anlaşılır. Salim akıl sahibi ise insandır. Değil ise yaratılış itibariyle insandır ama muhatap ve sorumlu değildir. Eskimeyen ifade ile, “İnsan-ı Kamil” değildir.

İnsanın şerefi, toplum içindeki saygınlığı ise, ancak güzel ahlak sahibi olmasıyle bilinir, değer kazanır, itibar görürür.

İşte güzel ahlak örneklerinden birisi, belki de en önemlisi “ahde vefa (sözünde durma)”dır.

Sevgili Gençler!

Ahd; riayet edilmesi, üzerinde büyük bir hassasiyetle durulması gereken ve sorumluluğu gerektiren çok önemli bir konudur.

Çünkü ahd (söz verme), “Yemin ile pekiştirilmiş akit”tir.

Ahde Vefa ”Verdiği sözünde durma, yaptığı anlaşmaya sadık kalma, özünde ve sözünde doğru olma” gibi anlamlara gelmektedir.

Ahde vefa(Sözünde durma), İslam Dini’nde ahlak esaslarından biri olarak kabul edilmiştir.
Ahdi bozmak (yani verdiği sözden dönmek) haramdır.

Sevgili Gençler!

Mecbur kalmadıkça söz vermeyin. Çünkü ileride şartlar ve düşünceler değişebilir.
Söz verirken, “İnşaallah” demeyi unutmayın. Böyle derseniz içtenliğiniz oranında Allah’ın yardımına mazhar olursunuz.

Söz verirken kendinizi kısıtlamayın. Mesela, “saat 09.00’da orada olurum yerine, dokuz civarında orada olurum, derseniz sözünüzü yerine getirme ihtimali çok daha yüksek olur.

Söz verirken kelime oyunu yapmak(diyalektik), sözünden dönmek gibidir. Çünkü söz vermekten maksat, muhatabının beklentisini yerine getirmektir.

Söz verirken veya bir anlaşma yapılırken, durum iyice netleştirilmeli ve taraflar birbirlerini tam olarak anlamalıdır.

Önemli konulardaki anlaşmalar, detaylı bir şekilde yazılmalıdır ki taraflar sözlerinde dursun ve yükümlülüklerini yerine getirsinler.

Gerek Allah’a ve gerek insanlara karşı verilen ahdini yerine getiren mü’minleri Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerim’de cenneti ile müjdeliyor.

Ahid ile yemin arasında fark vardır. Yemin bozulursa kefaret gerekir. Fakat ahdini yerine getirmemenin (sözünde durmamanın) kefareti yoktur.

Ahdi bozmanın günahı, kefaretle ödenmez.

Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
“Antlaşma yaptığınız zaman, Allah’ın ahdini yerine getirin ve Allah’ı üzerinize şahit tutarak, pekiştirdikten sonra yeminleri bozmayın. Şüphesiz Allah, yapacağınız şeyleri çok iyi bilir.” (Nahl Suresi, Ayet: 91)

“Bir toplum diğer bir toplumdan (sayıca ve malca) daha çok olduğu için yeminlerinizi, aranızda bir fesat aracı edinerek ipliğini sağlamca büktükten sonra, çözüp bozan (kadın) gibi olmayın. Allah bununla sizi imtihan etmektedir. Hakkında ihtilafa düşmekte olduğunuz şeyi kıyamet gününde mutlaka size açıklayacaktır.” (Nahl Suresi, Ayet:92)

Peygamberimiz (s.a.v) de bu konuda şöyle buyuruyor:

“Emanete riayeti olmayan kimsenin imanı kâmil değildir. Ahde vefa etmeyen kimse de din terbiyesinden mahrumdur” (Beyhaki, Muhtasar Şuabü’l İman, S.123)

“Şüphe yok ki; ahdin güzelliği, verilen söze, yapılan mukaveleye güzelce riayet edilmesi, imandandır” (Hâkim, Ö.N.Bilmen, 500 Hadis, S.570)

Görülüyor ki İslam, ahde vefa üzerinde önemle durmakta ve bunu Müslümanlara şiddetle emretmektedir.
Resulullah (s.a.v)’ın ve O’nun gökteki yıldızlar gibi olan ashabının hayatı, cihan tarihinde eşine rastlanamayacak kadar çok vefa örnekleriyle doludur.

İslam’ın ilk yıllarında, müslümanlarla müşrikler arasında yapılan bir anlaşmada şu maddeye yer verilmiştir:

Müslüman olup da, velisinin izni olmadan Müslümanlar tarafına geçen bir kimse geriye iade edilecek. Fakat Müslümanlardan Kureyş’e geçenler iade edilmeyecektir.”

Müslümanlarla müşrikler arasında müzakere bitmiş, sözlü olarak anlaşma sağlanmış, ancak henüz anlaşma metni yazılmamıştı.

Tam bu sırada Kureyş Heyeti’nin başkanı Süheyl oğlu Ebu Cendel, zincirlerini sürüyerek ve ‘Beni kurtarın ya Resulallah!” nidalarıyla müslümanlara iltica eder.

Süheyl oğlunu görünce yakasına yapışır ve “Ya Muhammed, bu sana gelmeden önce biz anlaşmayı yaptık. Teslim etmen gerekir” der.

Resulullah (s.a.v), Ebu Cendel’in, “Ey Müslümanlar, Dinimi yok etmek isteyen müşriklere mi teslim olunuyorum?” sesleri arasında (müşriklerin heyetinin başkanı) Süheyl’e, “Doğru söylüyorsun, anlaşma tamam” cevabını verir ve ağlayan dostunu düşmanlarına iade eder.

Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

“Allah’ın ahdini yerine getiriler, verdikleri sözden caymazlar”(Ra’d Suresi, Ayet:21)

Hz. Ali (r.a) diyor ki;

“ Söz verirken acele etme. Çünkü söz namustur (yani namus kadar önemlidir).”

Abdullah Tüsteri Hazretleri diyor ki;

“Allah’a kulluk görevinde dört haslet (özellik ve güzellik) vardır:
1-Sözünde durmak,
2-Dinini korumak,
3-Olmayana sabretmek,
4-Elindekine razı olmaktır.

Müslümanın en büyük özelliği; güvenilir olması ve verdiği sözü yerine getirmesidir.

“Hayatımızı Aydınlatan ALTIN SÖZLER” isimli 92. Kitabımın 62. Altın Sözü şöyledir:
“Doğruların (doğru sözlü insanların) yemin etmeye ihtiyaçları yoktur. Çünkü onların, doğruluktan ışıldayan gözleri yeterlidir”

Müslüman; iki yüzlü olmaz. Bukalemun gibi renk değiştirmez. Ya hayır konuşur veya susar. Onun için müslüman olmak bir ayrıcalık, önemli bir rüçhaniyet ve büyük bir bahtiyarlıktır!…

İşte İslam’daki ahde vefa(sözünde durma) anlayışı budur!
Bu ulvi ruh, yalnızca İslam’a ve müslümanlara mahsustur.

Previous Gençlere Sesleniyorum-27 NİÇİN YARATILDIK?…

Leave Your Comment