Sevgili Gençler!
İnsan, bazı özellikleri ile daha fazla değer kazanır, çok sevilir ve toplumda büyük saygı görür.
Bazı özellikleriyle de şeytani bir hâl alır. Hiç kimsenin sevgisini ve saygısını kazanamaz. Aksine toplumdan tecrid edilir. Yalnızlığa itilir. Çevresinde sadık dostlar bulunmaz. Mevki, makam, rutbe ve servet nedeniyle yalakalar sarar etrafını. Onlar da sadık değil, menfaat devam ettiği müddetçe dost görünürler. Menfaat bittiği anda, dostlukları da biter.
Bir gün sahip olduğu mevki, makam, şöhret ve servet elinden gittiği zaman etrafını bir çember gibi saran dost görünümlü yalakalar hemen dağılıverir. Sırra kadem basar ve kaybolur ve yapayalnız bırakırlar insanı.
İnsanda bulunan bu özelliklerden biri insanı, yükseltir, değerine değer katar ve aziz eder. Toplumda sevilen, sayılan seçkin bir insan eder. Diğeri ise zelil eder, hakir eder, insanların nefretini körükler.
İnsanı saygın ve seçkin kılan özellik, “Tevazu” dur.
Yani enaniyet duygusuna kapılmamak, diğer canlıları hor ve hakir görmemek, yaratılanı Yaratan’dan dolayı sevmek, pek çok özelliklere sahip olmasına rağmen gurur ve kibire kapılmamak, Allah’ın lütfettiği sayısız nimetlere şükretmek, engin gönüllü olmaktır.
Hayatını bu şekilde idame ettiren insanlar her iki cihanda da mutlu ve bahtiyar olur.
Tevazu, gönüllerde sevgi ve saygı duygularını geliştirir. Tevazunun olduğu kalpte, kibir mikropları barınamaz.
Gerçek anlamda mütevazı olan bir insanın kalbinde benlik, cimrilik, kıskançlık, çekememezlik, gibi kötü duygular eriyip gider. Tevazu, insanı yüceltir ve manevi bir olgunluğa eriştirir.
Mütevazı olan insan; sevgide güneş, dostluk ve kardeşlikte akar su, hataları örtmede gece, tevazuda toprak gibi olur… Mala, mülke, kasaya, keseye ve nefsani arzularına esir olmaz!…
Komşusunun malına, canına ve namusuna asla kötü gözle bakmaz..
Büyüklerine karşı saygılı, küçüklerine karşı şefkatli ve merhametli olur…
Gözlerine, eline, beline ve diline sahip olur…
Katı kalpli, asık suratlı ve hırçın tabiatlı olmaz!…
İnancını, fikirlerini, düşüncelerini, ideallerini başkalarına zorla kabul ettirmeye kalkışmaz…
Hayat arkadaşı olan eşini, Allah’ın emaneti olarak görür, onunla iyi geçinir, ona nadide bir çiçek ve eşsiz bir gül gibi değer verir, onu asla incitmez!…
Çocuklarını, can alıcı birer düşman olarak değil, candan birer dost olarak yetiştirir….
Anne ve babasına “UF” bile demez…
Sevgili gençler,
Mütevazı insan, sevdirir, nefret ettirmez. Müjdeler, korkutmaz!…
İnsanları incitmez, kırmaz ve küstürmez!…
Gıybet etmez, dedi-kodu yapmaz, yalan söylemez, iftira etmez, şantaj yapmaz…
Asla enaniyet (kendini beğenmişlik) duygusuna kapılmaz… Gurur ve kibir hastalığına yakalanmaz…
Uhud Dağı kadar altını Allah yolunda sadaka olarak dağıtmış kadar sevap kazanmak niyetiyle insanların doğru yola yönelmeleri, hidayete ermeleri, huzur ve ebedi mutluluğa kavuşmaları için büyük gayret sarf eder, gece-gündüz çalışır.
Onun tek gayesi vardır. O da: İnsanların isyan karanlığından kurtulup iman aydınlığına kavuşmalarına vesile olmak ve sadece Allah’ın rızasını kazanmaktır…
Mütevazı insanlar, konuşmalarından, hal ve hareketlerinden, davranışlarından, oturup kalkmalarından, yiyip içmelerinden belli olur. Mütevazı insanların ağzından hikmet damlaları dökülür. Çevrelerine saadet ve mutluluk tebessümleri yayılır.
Bakınız Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerim’de mütevazı insanları nasıl tanıtıyor:
“Rahman’ın has kulları onlardır ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve kendini bilmez kimseler onlara laf attığında (incitmeksizin) “Selam!” derler (geçerler).” (Furkan Suresi, Ayet:63)
Her konuda olduğu gibi bu konuda da örneğimiz Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) Efendimizdir. O nasıl hareket etmiş ve hangi konularda tevazu örnekleri vermiş ise, bizim de ona göre hareket etmemiz gerekir.
Buyrun hep beraber Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) Efendimizin verdiği tevazu örneklerini görelim:
“O eşsiz insan; az yer, az uyur, az ve öz konuşurdu. Zengin, fakir, kuvvetli, zayıf, siyah, beyaz ayırımı yapmazdı.
Yetim, fakir ve kimsesizlerin hamisi (himaye edeni) idi. Onlara çok yardım ederdi. Yıkık ve mahzun kalplerini tamir eder, ihtiyaçlarını giderir ve onları sevindirirdi.
Koyun otlatır, süt sağardı. Daima sözlerin en güzelini ve faydalı olanını konuşurdu. Yardım isteyenleri boş çevirmezdi.
Arpa ekmeği yer, hasır üzerinde oturur ve hasır üzerinde yatardı. Kalbi mahzundu ama dıştan belli etmezdi.
Yüksek sesle konuşmaz ve kimsenin kalbini kırmazdı.
Bir gün karşısında konuşurken korkudan titreyen birine; “Arkadaş titreme! Ben bir kral değilim. Ben Kureyş’ten kuru ekmek yiyen bir kadının oğluyum.” (Kadı İyaz, eş-Şifa, S.103) buyurmuştur. “
Birer yıldız hükmünde olan Ashab-ı Kiram, tevazu libasına bürünmüş, mütevazı olmanın şuuruna ermiş, kendilerinden sonra gelen insanlara örnek olmuşlardır.
Sevgili gençler, bu manevi havanın dalga dalga yayıldığı ve teneffüs edildiği yerlerden en önemlisi şüphesiz camilerdir.
Cami, Arapça bir kelimedir. Sözlük anlamı,”Toplayan, buluşturan, birleştiren”dir.
Dinî bir terim olarak Cami, “İçerisinde minaresi, mihrabı ve minberi olan, mü’minlerin ibadet maksadıyla içinde toplandıkları yerdir”dir.
Cami, âyet ve hadislerde “MESCİD” kelimesiyle ifade edilmiştir. Mescid, “Secde edilen yer” anlamına gelmektedir.
Cami ve mescidlerin dinimizde önemli bir yeri vardır.
Sevgili Peygamberimiz, ilk mescidi hicret esnasında Kuba’da yaptırmıştır. Peygamberimizin bizzat inşasına iştirak ettiği ikinci mescid ise, Medine’ye teşrif ettiklerinde yapılan Medine Mescidi’dir. Sonra bu iki mescid örnek alınarak yeni mescidler yapılmıştır.
Gün geçtikçe sayıları artan, kubbesiz, minaresiz ve üzeri hurma dallarıyla örtülmüş olan bu sade mescidler, Emeviler ve Abbasiler döneminde nisbeten tezyin edilmiş, mimarî özellikleri itibariyle zirveye ulaşmıştır. Mimarî sanat şaheseri olan bu camiler, günümüze kadar, çinileri, mermer nakışları, muhteşem kubbeleri, minber, kürsü ve mihrapları, insan ruhunu okşayan iç ve dış tezyinâtıyla ‘Tevhid İnancı’nın birer sembolü olarak dimdik ayakta kalmışlardır.
Cami ve mescidler, kutsal mekanlardır ve kudsiyetini Kâbe’den alırlar.
Cami ve mescidler, yeryüzünde kurulan huzur yuvalarıdır.
Cami ve mescidler, edep ve terbiye ocaklarıdır.
Cami ve mescidler, ilim, irfan ve irşad kaynaklarıdır.
Cami ve mescidler, sevgi ve samimiyet duygularının dalga dalga yayıldığı, birlik ve beraberlik bağlarının kuvvet kazandığı, takva ve tevazu örneklerinin yaşandığı kutsal mekanlardır.
Cami ve mescidlerde insanın hem iç, hem de dış dünyası temizlenir.
Caminin çeşme, şadırvan ve sebillerinden akan tertemiz sularıyla insanın dış dünyası; Kur’an-ı Kerim tilaveti, hutbe ve vaazlarıyla insanın ruhu, toplu yapılan ibadet ve zikirlerle de insanın kalbi temizlenir.
Uzun yıllar üç kıtaya hakim olan ecdadımız, camiden aldıkları maddî ve manevî ilimlerle, idareleri altında bulunan ülkeleri aydınlatmış ve milyonlarca insanı hayranlık içinde bırakan güzel ahlak örnekleri sunmuşlardır.
Sevgili gençler,
Camilerde amir, memur, zengin, fakir, büyük, küçük, patron, işçi, komutan ve er ayrımı kesinlikle yapılmaz.
Toplumsal mevkii ne olursa olsun bütün müslümanlar, aynı inanç, aynı gaye ve aynı niyetle saflar halinde büyük bir tevazu ve huşu içinde Allah’a ibadet eder…
En büyük huzur; inanç ve maneviyattadır. Allah’a kullukta, tevazuda ve takva ile yapılan ibadettedir.