Gençlere Sesleniyorum-83 İNSAN SORUMLULUK BİLİNCİYLE YAŞAMALIDIR

Yaratılmışlar içinde en güzel bir şekilde olanı şüphesiz insandır. İnsan, kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’e göre topraktan yaratılmıştır. Ona  canlılığını ruhu verir. Bu ruhu, Yaratan yüklemiş ve insanı onurlandırmıştır.

İnsanın ruhu olmazsa hiçbir işe yaramaz.

Ruhsuz insan, toprak ve su karışımından yapılmış cansız bir heykeldir. Şeklen  insana benzer ama insanın görevlerini yerine getiremez.

Oysa insan, canlıdır. Yürür, gezer, düşünür, konuşur, bazen yerinir, bazen  sevinir… Varlığını devam ettirmek için evlenir, aile oluşturur. Toplum halinde  yaşar, medeniyet kurar.

Kısaca insan, kendini geliştiren, yetiştiren, medeni olma özelliklerine sahip  üstün bir varlıktır. Ona bu özellikleri bahşeden Allah’tır.

Cenab-ı Hak, ilk insan Hz. Adem(a.s)i yarattıktan sonra meleklere, Adem’e  secde etmelerini emretti. Bu olay, insanoğlunun diğer yaratılmışlara olan  üstünlüğünün ifadesidir.

İnsan, maddi varlığı yönünden kainat içinde bir toz zerresi kadar küçüktür  ama mana yönünden “Âlem-i Ekber” olarak nitelendirilmiştir.

Nitekim Hz. Ali (k.v.): “ Sen kendini ufak bir cirim (küçük bir cisim) mi  sanırsın? Sende Âlem-i Ekber toplanmıştır (büyük alem gizlidir)diyerek  insanın manevi değerini ortaya koymuştur.

Kutsal Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de (İsra Suresi, 70.ayette) Cenab-ı Hak şöyle  buyuruyor:

And olsun ki, biz insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık. Onları  (insanları çeşitli nakil vasıtaları ile) karada ve denizde taşıdık.  Kendilerine güzel rızıklar verdik. Yine onları yarattıklarımızın bir çoğundan cidden üstün kıldık”.

Görüldüğü gibi bu ayette Cenab-ı Hak, insanoğluna lütuf ve ikramının bir  özetini vermekte ve onun alemdeki özel yerine işaret etmektedir.

Müfessirlere göre insanın şan ve şerefi, diğer varlıklardan üstünlüğü, Allah’ın  ona verdiği beden güzelliği, el, dil, göz, kulak, burun gibi organlarını daha  becerikli bir şekilde kullanması, konuşabilmesi, gülüp ağlayabilmesi, okuyup  yazması, başka bazı varlıkları kendi hizmetinde kullanması, aletler icat  etmesi, olaylar arasındaki sebep sonuç ilişkisini görmesi ve bu sayede  geleceğe yönelik programlar yapması, iyi-kötü, doğru-yanlış, güzel-çirkin  kavramlarına sahip olması, kısaca maddi ve bedeni, ahlaki ve ruhi meziyetleri  haiz olmasıdır.

Yaratılmışların en şereflisi, en güzeli ve de en üstünü olarak kabul edilen  insan, başıboş bırakılmamıştır. Kendisine verilen bu üstiün özelliklerine  karşılık bir takım teklif ve sorumluluklarla yükümlendirilmiştir.

İnsanın Yaratanına karşı ilk sorumluluğu; O’na inanmak ve iman etmektir.  İman; İslam Dininde en önemli temel şarttır.

Düşünen ve fikir yürüten insan, bir noktaya kadar varmakta ve oradan öteye  geçememektedir.

İşte bu noktada, insanoğlunun imdadına İMAN yetişmektedir.

İman; insanı kararsızlıktan ve bunalımdan kurtarır. Tam teslimiyetle Allah’a  bağlanan kalp, huzurludur.

İnsan, ruhunun en tatlı ve en yüksek ifadesini imanda bulur. İnançsız insan,  boşluktadır. Bu geniş alem, inançsız insan için dar ve karanlıktır. İnançsız  insanın yüreği sıkıntılıdır, asla feraha eremez.

İnanç, her yerde ve her zaman en büyük güç kaynağıdır. Bu manevi güç  kaynağı, insana sorumluluğunu öğretir. Kısaca iman, insana kendini tanıtır ve  Allah’a yakınlaşmasını ve O’na kul olmasını sağlar.

İnsan Allah’a bağlanınca, Allah’ın inayetini yanında bilince mutuluğun  zirvesine ulaşır. Zaten dinimize göre insanın, Allah katındaki değeri O’na olan  imanıyla bağlantılıdır.

Cenab-ı Hak bu konuda Hucurat Suresinin 13. Ayetinde şöyle buyuruyor:

“Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve  birbirinizle tanışmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. 

Muhakkak ki, Allah katında en değerli ve en üstün olanınız, takva  bakımından en üstün olanınız( yani Allah’tan en çok korkanınız)dır.  Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır” 

Talak Suresi 2. Ve 3. Ayetlerde ise şöyle buyuruyor:

“…Kim takva sahibi olur (Allah’tan korkar) sa, Allah ona bir çıkış yolu  ihsan eder ve ona beklemediği yerden rızık verir. Kim Allah’a  güvenirse, O kendisine yeter…”  

Müslümanlık, “TEVHİD” dinidir. Bizim inancımıza göre, herşeyi yoktan var  eden, yaratan, bir tek olan ALLAH’tır. O’nun eşi, dengi, benzeri ve ortağı  yoktur. O, Hakim-i Mutlak’tır.

Hucurat Suresi 13. Ayette Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:

“ Ey iman edenler, Allah’tan, O’na yaraşır şekilde korkun ve ancak  müslümanlar olarak can verin”  

Müfessirlere göre, “Allah’tan ona yaraşır şekilde korkma”nın anlamı;  müslümanın, bütün varlığı ile Allah’ın emirlerini yerine getirmeye ve  yasaklarından kaçınmaya çalışmasıdır.

Nitekim Abdullah b. Mes’ud (r.a) ayetin bu kısmını şöyle açıklamıştır: “Allah’a asi olmayıp itaat etmek, nankör olmayıp şükretmek ve O’nu  unutmaksızın hep hatırda tutmak(zikretmek)”.

Fetih suresinin 13. Ve 14. Ayetlerinde ise Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:

“Kim Allah’a ve Resulüne iman etmezse bilsin ki biz, kafirler için  çılgın bir azap hazırlamışızdır.” “Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır.  O, dilediğini bağışlar, dilediğine ceza verir. Allah çok bağışlayan ve  çok merhamet edendir” 

İslam’ın iman esaslarına göre; Allah, kullarını herhangi bir fiili yapmak için  zorlamaz. Kulların kötü fiilleri işlemesine de razı olmaz. Bizim inancımıza göre  insan, “Cüz’i irade” sahibidir. Kendisi için neyin yararlı ve neyin de zararlı  olduğunu bilir.

İnsanda iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayırt edebilme yeteneği vardır. Bu  bakımdan insan, sözlerinden ve davranışlarından sorumludur.

Çağımızda dünya insanının büyük bir oranda manevi zaaf içinde olduğu  görülmektedir.

İnsan, manevi yönden zayıfladıkça maddenin esiri oluyor. İnsanlık tarihi  bunun örnekleriyle doludur.

Maddeye tapar derecesinde bağlılık, insanın bir takım güzel ve kutsal olan  faziletlerini de ortadan kaldırıyor.

Hak ve adalet işlemiyor. Kuvvetli zayıfı daima ezmek istiyor. Çünkü madde  ihtirası insanı bencil ve çıkarcı yapıyor. Çıkarcılık ise, insanı hırçınlaştırıyor ve  kavgacı bir hale dönüştürüyor.

Nitekim günümüz teknolojisinin büyük bir bölümü insan öldürmeye yarayan  silahlar üretiyor.

Günümüzde bilim insanlarının büyük çoğunluğu, insanın maddi yapısıyla  uğraşıyor… İnsanın manevi yapısıyla ilgilenen bilim insanları (manevi  mimarlar) her geçen gün azalıyor…

İnsanın manevi eğitimi ihmal edildiği için günümüz gençliğinin bir bölümü her  geçen gün biraz daha bunalıma sürükleniyor.

Hemen her yerde görülüyor ve duyuluyor ki bazı gençler, uyuşturucu  maddelere esir olmuş, kimisi de insanın yaratılış gayesine ve hilkatine aykırı  bir biçimde farklı cinsiyet eğilimine yönelmiştir.

Kimisi de, elinde bir silah, bir takım çarpık ve sapık ideolojilerin avcılığını  yapıyor…

Her ne kadar böyleleri azınlıkta ise de maalesef çoğunluğu rahatsız ediyor…

Bu durum karşısında ne yapacağız? Gerekli tedbirleri almayacak mıyız?  Bunun bir çıkış yolu ve çaresi yok mudur? Elbette bu sorunun çıkış yolu ve  çaresi vardır. O da: Her ülkenin yetkilileri bu konuyu ciddiyetle araştırmalı,  tehlikenin vehametini anlamalı ve zamanında gerekli yasal önlemleri  almalıdır.

Gençliğin ruh ve beden sağlığını korumak, o muazzam enerji kaynağını iyi  yönde kanalize edebilmek için, öncelikle köklü ve ciddi bir eğitim programı  hazırlayıp uygulamak gerekir.

Gençliğin eğitim programı hazırlanırken sadece maddeci düşünce hakim  olmamalıdır. Maddi gelişimi kadar manevi yönleri de ihmal edilmemelidir.  Gençlere yaş ve kültür seviyelerine göre olumlu manevi eğitim verilirse o  gençlik, kolay kolay sapık düşüncelere meyletmez.

Canlı cansız bütün varlıkların tabi oldukları kanunlar olduğu gibi İnsan  vücudunun ve ruhunun tabi olduğu kanunlar da vardır. Çünkü Yüce Yaratan,  her şeyi güzel yaratmış ve bir düzene bağlamıştır.

İnsanın en önemli görevi, Yaratanı tanımak ve O’na kulluk etmektir. Onun  buyruklarına göre hareket etmek, iyilik yapmak, kötülükten sakınmak,  kendisine ve çevresine yararlı olmaktır.

Yüce Dinimiz İslam’a göre sağlam iman, salih amel ve güzel ahlak sahibi olan  insan, yeryüzünün en erdemli, en onurlu ve en seçkin insandır.

Previous Gençlere Sesleniyorum-84 HER ZERRE ALLAH’IN VARLIĞINI HAYKIRIYOR!…

Leave Your Comment