Sevgili Gençler!…
İslam’ a göre; para kazanma ve zengin olma hırsıyla satılan bir malın ayıbını, kusurunu gizleyerek insanları aldatmak aldatmak haramdır. Alınan malın kıymetini gizleyerek aldatmak da faiz olur ki, haramdır. Mesela, bir kimse, sattığı malın kıymetini bilmiyor. On bin liralık malı, beş bin liraya satıyor. Ona, “Bu mal, her yerde 4 bin liradır.” diyerek kandırmak haramdır.
İnsanlar, İslam ahlakına uyarsa, ne kandıran, ne de kandırılan olur.
Arz ve talebe göre, mallar kıymetlenir veya ucuzlar.
Basra’da büyük bir tüccar vardı. İran’da bulunan adamlarından biri, buna mektup yazarak, bu sene şeker kamışının verimli olmadığını, kimse duymadan, çok şeker almasını bildirdi.
Tüccar da, çok şeker satın alıp, şeker piyasadan çekilince, pahalı satarak, otuz bin dirhem kâr etti. Sonra, düşünüp “Şeker kamışlarına afet geldiğini Müslümanlardan saklamakla, onlara hıyanet ettim, bu nasıl Müslümanlıktır?” diye, otuz bin dirhemi, şekerlerini almış olduğu kimselere götürdü. Yaptığı yanlış işi anlattı. Hatasına pişman olup dürüstlük göstermesinden dolayı, hiçbiri verdiği parayı almayıp, Sana “helal olsun” dediler.
Akşam evinde düşündü ki, belki utanarak almamışlardır. “Din kardeşlerime hıyanet ettim” diyerek, ertesi gün tekrar götürdü. Her birine yalvararak otuz bin dirhem gümüşü taksim etti.
Müşteriye doğru söylenmeli, hile yapılmamalıdır.
Malda bir arıza oldu ise, haber verilmelidir. Ucuz aldığı bir malın fiyatı yükselip pahalı satıyor ise, aldığı fiyatı söylemelidir.
Aldatarak satmak, hıyanet ve dolandırıcılık olur. Böyle hıyaneti bilmeyerek yapanlar olabilir.
Hıyanet yapmaktan kurtulmak için, herkes, kendine yapılmasını istemediği şeyleri, başkalarına yapmamalıdır.
Bir malı peşin ucuz, veresiye veya taksitle değerinden biraz fazlaya satmak caizdir. Vade farkı istemek ise caiz değildir. Vadeli satışla, vade farkı ayrı şeylerdir.
Bir kimse, 20 liraya aldığı bir mal için, (4 liraya aldım, 1 lira kâr ile sana 5 liraya satarım) dese caizdir; çünkü adamı aldatma maksadı yoktur. Belki o fakirdir, onu sevindirmek için böyle yapmıştır. Herkes malını çok ucuza satabilir.
Sıkışık durumda olanlara, yiyecek içecek, giyecek ve barınacak şeyler için fahiş fiyatla mal satmak haramdır.
Nafakasını temin etmek için herhangi bir eşyasını satmak zorunda kalan fakirin sattığını, ucuz almak da haramdır.
Satıcı malını, yalan söylemeden dilediği fiyatla satabilir. 300 liraya veresiye aldığım bir ürünün 200 lirasını verdim, 100 lirası, daha duruyor. Sonra bu ürünün başka bir yerde 200 liraya satıldığını öğrendim. Müslümanlıkta aldatmak da, aldanmak da olmadığı için ve adamdan senetsiz aldığıma göre, kalan yüz lirayı vermesem günah olur mu? Sorusuna verilen cevap şudur:
Normal rayiçten satıyorsa, başka yerlerde de 300 liraya satan varsa kalan 100 lirasını vermemek günah olur.
Herkes malını, istediği fiyata satabilir. Bir kuruş eksik verilse kul hakkı olur. Eğer o mal her yerde 200 liraya satılıyorsa, bir tek o kişi 300 liraya satıyorsa, bu da rayicin üstündeyse o zaman alışverişi feshetme yetkimiz olur. 300 liraya satan başka yerler de varsa, başka birileri de 200 liraya satıyorsa, bu ölçü olmaz.
“Esnaflık yapıyoruz. Elimizde mevcut bazı malların fiyatları yükseliyor. Mesela 10 liraya aldığımız malın fiyatı 20 lira olabiliyor. Aynı malı 20 liraya alıyoruz. Elimizde 10 liraya aldıklarımız da var. Biz, 10 liraya aldığımız malları, daha önce 15 liraya satarken, şimdi 25 liraya satabilir miyiz?” sorusuna verilen cevap şudur:
Dinimizde kâr haddi yoktur. 10 liraya alınan bir malı, müşteriye yalan söylemeden, onu kandırmadan, fazla fiyatla satmak caiz olur.
Mesela 10 liraya aldığı bir mal için, müşteri sorunca,
“Biz bunu 20 liraya aldık, 5 lira da kâr koyarak satıyoruz” derse caiz olmaz. Fakat “Bu malı, biz 10 liraya almıştık, ama şimdi toptancısında 20 liradır. 5 lira kârla 25 liraya satıyoruz” denirse hiçbir sakıncası yoktur..
Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
“İnsanlardan alırken ölçüp tarttıklarında tam, onlara vermek için ölçüp tarttıklarında ise noksan yapan hilekârlara yazıklar olsun!” (Mutaffifin Suresi, Ayet: 1-3)
“Medyen’e de kardeşleri Şuayb’ı (gönderdik). Dedi ki: Ey kavmim! Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka İlah’ınız yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil gelmiştir; artık ölçüyü, tartıyı tam yapın, insanların eşyalarını eksik vermeyin. Düzeltilmesinden sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Eğer inananlar iseniz bunlar sizin için daha hayırlıdır.” (A’raf Suresi, Ayet: 85)
Bu konuda Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyuruyor:
“Kişiden mal hırsının, şeref ve mevkiye düşkünlüğünün dinine yaptığı zarar, iki aç kurdun sürüye yaptığı zarardan daha büyük olur.” (Kamus-i Türki, C.1,S. 544)
Hâlbuki bu duygu insana, iyilik yolunda, hayır için ve hak yolunda kullanmak, İmanda, İslam’da ve hakta sebat etmek için verilmiştir. Özellikle ebedi hayatımızı ilgilendiren konularda hırsa büyük iş düşer.
İnsan gevşemeden, ümitsizliğe, karamsarlığa, bedbinliğe, bıkkınlığa düşmeden yoluna devam eder.
Dünyalık şeyler konusunda da hırsı, iyi yolda kullanmak önemlidir.
Çünkü bu duygu sayesinde insanlar, pek çok işlere imza atarlar, çok önemli problemleri aşarlar ve zorlukları, sıkıntıları, dar boğazları bu hırsla geçerler ve selamete ererler.
Hırs, kötüye alet edilirse, yanlış anlaşılırsa işte o zaman, insanın başına dert olur, hem dünyasını hem de ahiretini tehlikeye düşürebilir…
İnsan ibadet konusunda çok hırslı olmalı, asla taviz vermemelidir.
Sevgili Peygamberimiz (sav) Efendimiz:
“İnsanların üzerine öyle bir zaman gelecek ki, onların içinde dini (nin icaplarını yerine getirme) üzerinde tahammül gösteren, avucunun içinde ateş parçası tutan gibidir” (Tirmizi, Fiten, 61) buyuruyor.
Ebu’d Derda’nın (r.a.) rivayet ettiği bir Hadis-i Şerifte de dini konular için sabır ve tahammül etmenin gerekliliği şu şekilde ortaya konulur:
“Paramparça edilsen ve (ateşte) yakılsan bile, Allah’a hiçbir şeyi ortak etme. Ve hiçbir farz namazı bile bile bırakma. Çünkü kim bir farz namazı kasıtlı olarak bırakırsa zimmet (yani ilahi teminat) kendisinden uzaklaşmış olur. İçki de içme, çünkü içki her kötülüğün anahtarıdır.” (lbni Mace, Fıten, 23)
İşte Allah yolunda hırslı, sabırlı, sebatlı ve kararlı olmanın gereğini ortaya koyan İlahi bir ikaz:
“Allah kullarına rızkı bol bol verseydi, yeryüzünde azarlardı. Fakat O, (rızkı) dilediği ölçüde indirir. Çünkü O, kullarından haberdardır, onları gözetendir.” (Şura Suresi, Ayet:27)
Bu duygu, dünyalık, makam, mevki elde etmeye yönelik olursa, işte o zaman tehlike sinyalleri vermektedir.
Peygamberimizin (s.a.v) buyurduğu şekliyle:
“İnsanoğlu ne kadar yaşlansa da, madde hırsı içinde canlı kalır.” (Sahih-i Buhari, Rikak, 5; Tirmizi, Zuhd, 5)
Bu hırs duygusu, madde sevgisi doyuma ermeyecek bir mahiyettedir.
Allah’ın Resulü (s.a.v) bu konuda şöyle buyuruyor:
“İnsanoğlu iki vadi dolusu altına kavuşsa bir üçüncüyü arayacaktır. Hatta dünya dahi verilse “Yeter” demeyecektir, onun; gözünü ancak toprak doyuracaktır.” (Sahih-i Buhari, Rikak 5)
İslam mütefekkirleri; kınanan, yerilen dünyayı şöyle tarif ediyorlar:
Hz. Mevlana Celaleddin-i Rumi (k.s):
“Dünya nedir? Dünya ne kumaş, ne para, ne kadındır. Dünya, insanı Allah’tan gafil bırakan şeydir” diyor.
Yani, denizde geminin yüzmesi gibi kulun dünya nimetleri içinde bulunduğu halde onların sevgisini gönlüne yerleştirmemesidir.
Çünkü gemi suyun içinde yüzer, fakat su geminin içine girecek olursa gemi batar.
Kul eşyaya, servete sahip olabilir. Ancak, servet ve eşyanın kula hizmetçi olması gerekir. Çünkü bunlar, insanın hizmetine verilmiş şeylerdir. Kişinin kendi hizmetçilerinin hizmetçisi ve kölesi haline gelmesi ne kadar gülünçtür?
Gavs-ı Azam Abdulkadir Geylani Hazretleri(k.s):
“Dünyayı kalbinden çıkar, onu elinde tut veya cebine koy; zira o haliyle dünya sana zarar vermez.” diyor.
Dünyanın şerli, zararlı, çirkin, menfur, değersiz ve tahkire layık yönü; insanın, dünyanın, dünyalıkların, eşyaların kulu-kölesi haline gelmesidir.
Övülen, sevilen ve kabul edilen yanı ise; kişinin dünya hayatını ve malını bir fırsat bilerek, Allah yolunda çalışması, Allah için harcaması, kendi ahireti için hazırlık yapması ve geçici şeylere aldanmamasıdır. Çünkü ahret, bu dünyada kazanılmaktadır.
“Dünya ahiretin tarlasıdır.” (Acluni, Cilt:1, Sayfa:495)
Hadis-i Şerifi ile İstenen, Allah’ın rızası için hayırlı ve iyi işlerin yapıldığı dünyadır.
İslam inancına göre, istenilmeyen bütün hataların başı, belaların sebebi, ahlaksızlığın kaynağı, ahirete zıt olan bir dünya anlayışıdır.
Dünyaya müslümanlar sahip çıkmaz ve görevlerini yapmazlarsa, dünyaya Karun ruhlular sahip olur ve bozarlar. İnsanlara kötü örnek olurlar.
Müslüman dünyadan nasibini alır, ancak dünyayı asıl amaç haline getirmez. Dünyayı ahiret hazırlığı için fırsat görür ve bir araç olarak değerlendirir, Hırsını hak yolda, hak için, hakkın hâkimiyeti için kullanır…
Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:
“Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Muttaki olanlar için ahret yurdu muhakkak ki daha hayırlıdır. Hala akıl erdiremiyor musunuz?” (En’am Suresi, Ayet:32)
“Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlat sahibi olma isteğinden ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibidir ki, bitirdiği ziraatçıların hoşuna gider. Sonra kurur da sen onun sapsarı olduğunu görürsün; sonra da çer çöp olur. Ahirette ise çetin bir azap vardır. Yine orada Allah’ın mağfireti ve rızası vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir geçimlikten başka bir şey değildir.” (Hadid Suresi, Ayet:20)