Gençlere Sesleniyorum-67 İslam’ın İlk Üniversitesi Ve MUS’AB BİN UMEYR (R.A) (3)

Sevgili Gençler!…
Mus’ab Bin Ümeyr ‘in hayatı böyle devam edip giderken Uhud Muharebesi çıktı ve Mus’ab yine Resulullah’ın sancağını alarak cihat meydanına koştu. Allah ve Resulü’nün emrettiği yerde İslam sancağını dalgalandırmaya başladı.
Uhud Muharebesinde Müslümanların mevzilendikleri yerden çıkıp ganimet malları toplamaları, Resulullah’ın talimatına uymamaları, savaş meydanından kaçan müşrikleri( düşmanı) yenilen alana dönmeye mecbur etti.
Allah Resulü’nün talimatına uymayan Müslümanlar derin yaralar aldılar.
İslam Sancağını taşıyan Mus’ab bin Ümeyr’in durumu ise çok üzücüydü.
Çünkü O, Resulullah’ın talimatına uymayan Müslümanlar gibi ganimet peşinde koşmamış, İslam sancağına sımsıkı sarılmıştı.
İmanın verdiği bir olgunluk içinde Resulullah’ın yanından ayrılmıyor, İslam sancağını da elinden hiç düşürmüyordu.
Ancak müşriklerin yeniden savaş meydanına dönmeleri, savaşın bittiğini zannederek ganimet peşinde koşan Müslümanlara büyük zarar verdi.
Kureyş kafirlerinden olan İbn-i Kamia, atını, İslam sancağını dalgalandıran Mus’ab Bin Ümeyr’in üzerine sürdü. Bir kılıç darbesiyle onun sancağı tutan sağ elini kopardı. Mus’ab, sancağı yere düşürmemek için sol eline aldı.
Ancak Kureyş kafirlerinden İbn-i Kamia, kararlıydı. Gözleri dönmüş, küfrün vermiş olduğu bir şaşkınlık ve çılgınlık içinde atını yine Mus’ab’ın üzerine sürdü. Bu defa sancağı tutan sol elini de kopardı.
İman etmenin kazandırmış olduğu büyük şerefe nail olan Mus’ab, sancağı yere düşürmemek için iki omzunun arasına alıp bağrına bastı. Elleri kesildiği için kanlar içinde kalan Mus’ab’ın, sancağı yere düşürmemek için omuzları ile tutup göğsüne bastığını gören gözleri dönmüş kafir Kamia, üçüncü defa atını Mus’ab’ın üzerine sürdü ve mızrağını Mus’ab’ın göğsüne sapladı.
İşte o zaman Mus’ab yere düştü. Kelime-i şehadet getirerek ruhunu Allah’a teslim etti.
İslam sancağını Mus’ab’ın kardeşliği olan Ebu’l Rum kaptı ve Müslümanlar Medine’ye gelinceye kadar sancağı başları üzerinde taşıdılar.
Sevgili Gençler!…
Müslümanlar, savaş meydanında bulunan şehitleri tespit edip onları defnetmeye geldiklerinde İslam’ın ilk sancaktarı, Allah ve Resulü için müreffeh hayatı terk eden Mus’ab, Allah ve Resulü’nün rızası için şehit olmuştur. Onun tek amacı da buydu zaten.
Savaş meydanına gelen Müslümanlar, onu sarmak için kefen bulamadılar. Ellerine geçen eski ve kısa bir elbise ile sarmak istedilerse de, ya başı, ya ayakları açıkta kalıyordu.
Bu acıklı manzara karşısında Allah’ın Resulü şu mealdeki ayet-i kerimeyi okudu:
“ Müminlerden öyle erkekler var ki, Allah’a verdikleri sözde durdular. Onlardan kimi adağını yerine getirdi ( Şehit oluncaya kadar çarpışacaklarını adamışlardı, çarpıştılar ve şehit düştüler.)  kimi de (şehitlik) beklemektedir; sözlerini asla değiştirmemişlerdir ki Allah doğruları, doğruluklarıyla mükafatlandırsın, iki yüzlülere de dilerse azap etsin; yahut tövbelerini kabul buyursun. Şüphesiz Allah çok bağışlayan ve esirgeyendir.”
Bu ayeti okuduktan sonra Resulullah (S.A.S), eski bir elbise ile Mus’ab’ın yüzü ve üzerini, otlarla da ayaklarını kapatmaları emrettikten sonra şehit olanlara şöyle seslendi:
“ Allah’ın Resulü, kıyamet günü, Allah’ın huzurunda sizin bütün şehitlerin öncüleri olduğunuza şehadet edecektir..”
Daha sonra orada bulunan mü’minlere şu öğütlerde bulundu:
“Ey Müslümanlar! Buraya sık sık gelerek buradaki şehitlerimizi ziyaret edin. Ruhumu elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, kıyamet gününe kadar onlar kendilerine selam veren her Müslümanın selamını alırlar.”
Başta İslam’ın ilk sancaktarı şehit Mus’ab bin Ümeyr (R.A.) ve diğer şehitlerimize selam olsun! Cenab-ı Hak bizi onların şefaatine nail kılsın.
İşte genç sahabelerden Mus’ab bin Ümeyr (R.A.) Peygamberimizin mübarek evinden sonra Allah Resulü’nün ve Müslümanların emrine tahsis edilen Erkam’ın evinin bir odasında (İslam’ın ilk medresesinde) yetişmiştir.
Medine’de kurulan ilk medrese de Mescid-i Nebi’nin bitişiğindeki SUFFE’dir.
Ashab-ı Kiram Resulullah’ın etrafında adeta bir nur halkası oluşturur, onun mübarek sohbetini büyük bir huşu içinde dinler, hemen her kelimesini kalplerine nakşederlerdi.
Bir defasında Sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:
“Peygamber, ne bir altın, ne de bir gümüş miras bırakmışlardır. (yani Peygamberler dünya malı olarak herhangi bir servet bırakmamışlardır.) Onlar ancak, ilmi miras bırakmışlardır. İşte o mirasa konan, sonsuz bir haz ve nasip almıştır.”
İlim tahsilini teşvik ve ilim öğrenmenin üstünlüğünü belirtmek için de şöyle buyurmuşlardır:
“İlim tahsili için sefere çıkan kimse, evine dönünceye kadar Allah yolundadır.”
“Her kim ilim tahsili için yola çıkarsa, bu yüzden Allah ona cennet yolunu kolaylaştırır.” “ Şüphesiz melekler de ilme talip olanlara, hoşlandıklarından, himaye ve rahmet kanatlarını gererler. Göklerde ve yerde bulunan varlıklar, hatta sudaki balıklara varıncaya kadar hepsi, ilim adamları için, Allah’tan af ve mağfiret dilerler.” “ Bir alimin,  Abit (ibadet eden) üzerine üstünlüğü, ayın diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir.” “Alimler, Peygamberlerin varisleridir.”
“Bir kimse İslam Dini’ni yaşamak ve yaşatmak için, ilim tahsil eder de bu tahsili sırasında ölürse cennette Peygamberler arasında bir derece fark vardır.”
“İlimde yardımlaşın. Biriniz bildiğini diğerinden saklamasın. Zira ilimde hıyanet, malda hıyanetten şiddetli (kötü) dir.”
“Bir alimin bir abide üstünlüğü, benim en aşağınıza olan üstünlüğüm gibidir.”
“İlim mü’minin kaybolmuş malıdır. Onu nerede bulursa almaya en layık olan odur.”
“Yalnız iki kimse gıpta edilmeye layıktır. Bunlar da; Allah’ın kendisine verdiği malı, hak uğrunda sarfeden, muhtaçlara dağıtan kimse ile, Allah’ın kendisine vermiş olduğu ilim ve hikmetle hükmeden ve onu halka öğreten kimsedir.”
“Ya Alim, ya öğrenci yahut dinleyici veya bu kimseleri seven olmaya bak. Beşincileri (olan cahillerden) olma, helak olursun.”
Aydınlık karanlığı, Hak batılı, iman küfrü nasıl yok ediyorsa, bunun gibi gerçek ilim de cehaleti yok eder. İlmin olduğu yerde cehalet mikropları barınamaz. İlimden nasip almayan bir insan, ruhsuz bir ceset gibidir. İlmin girmediği kalp ve kafa, harap olmuş bir binaya benzer.
İslam’ın ilk İlim Merkezi olarak adlandırdığımız bu ilim merkezine devam eden sahabe öğrenciler, ziraat ve ticaret gibi belirli işleri, az da olsa geçimlerini temin edecek kadar gelirleri olmadığı için Ashab-ı Kiram’ın en fakirleriydiler. İlk İslam ilim merkezinde okuyan bu öğrencilere, diğer sahabeler yiyecek getirirlerdi.
Yüce Rabbimiz bir ayet-i kerimede bu bahtiyar insanların durumlarını şöyle beyan ediyor:
“(Sadaka) Allah yolunda kendilerini vakfetmiş, yeryüzünde dolaşmaya muktedir olmayan fakirler içindir; o fakirler ki, iffetlerini muhafaza etmek için (halktan bir şey) istemediklerinden dolayı, hallerini bilmeyen onları zengin zanneder. (Ey Habibim) Sen onları simalarından tanırsın. Onlar yüzsüzlük edip de halktan (bir şey) istemezler. Siz hayırlı yolda ne mal harcarsanız, Allah herhalde onu bilir.”
Ayet-i kerimede, “Kendilerini Allah yolunda vakfetmiş” kimseler olarak tavsif edilenler, İslam’a hizmet etmek ve dolayısıyla Allah’ın rızasını kazanmak için ilim tahsilini gaye edinmiş olan kimselerdir.
Ne var ki bu ilim tahsili, onların ya çarşı veya pazarda ticaretle veya tarlada ziraatle meşgul olup geçimlerini sağlamaya engel olduğu ve hiçbir gelirleri de olmadığı için bu talebeler, halkın en fakir tabakası olmuştur. Ancak bu sahabe öğrenciler, fakir olmalarına rağmen nezahat ve iffetlerinden dolayı durumlarını halka açıklayıp da onlardan bir şey istememişlerdir. Sarsılmayan ve asla sönmeyen imanları buna engel olmuştur.
Onları aç oldukları halde geçinip gittiklerini görenler, onların iç dünyalarını bilmedikleri için onları zengin zannetmişlerdi.
Halbuki asıl muhtaç olan kimseler bunlardı.
Sevgili Peygamberimiz (S.A.S.) Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde sahabe öğrencileri işaret ederek şöyle buyurmuşlardır:
“ İki kişilik yiyeceği olan üçüncüsünü, üç kişilik yiyeceği olan dördüncüsünü, dört kişilik olan beşincisini ve altıncısını (“Suffe” adı verilen medresede ilim tahsil edenlerden) alıp (evine) götürsün.”
Sevgili Gençler!…
İslam’in ilk Üniversitesinde okuyan Suffe Ehli (Ashab-ı Suffe), hiçbir zaman, işsiz, güçsüz, başkalarının sırtından geçinen kimseler değillerdi.
Bunlar, Resulullah (S.A.S.)’ın yanından ayrılmayan, ona inen ayetleri ve bu ayetlerle gelen hükümleri öğrenen, hadisleri ezberleyen, kısacası o zamanda yeni yeni teşekkül etmeye başlayan tefsir, hadis, fıkıh ve akaid ilimlerini tahsil eden talebelerdi. Allah hepsinden razı olsun. Ruhları şad ve mekanları Cennet olsun.
Rabbim Cennette buluşmayı nasip eylesin.

&s tarafından.|2023-12-06T21:26:15+00:00Aralık 6th, 2023|Makaleler|Yorum yok

Siz de fikrinizi belirtin

Go to Top